Monday, May 7, 2012

Superfrog

*Uyarı: Helal review. Spoiler içermez.*


Bugün biraz nostalji yapmak istiyorum. O yüzden müsadenizle erkeklerin yeşil, kadınların esir olduğu ortaçağa dönüyorum, siz de benimle geliyorsunuz. Tek ihtiyacımız olan bir Amiga 500.. yada emülatörü, 3 floppy disklik Superfrog.. yada ROM'u, birkaç parmak, bir çift göz ve biraz koordinasyon. Evvet kamiller, bugünkü konumuz Superfrog!1! No one see it coming.

Konusu kesinlikle yabancı değil. Her platform oyununda insanın başına gelebilecek bir şey. Tüm gerçekçilik bir yana, her şeyden önce bir Prenssiniz ve bir Prenses size çok ağır yazıyor, yani inanılacak gibi değil. "En çok neyimi seviyosun Beatrix?" gibi sorular sorup, "Geçen Paskalyada giydiğin mavi kazak çok güzeldi Johan" gibi cevaplar alıyorsunuz. Öylesine bir tutku var, neresinden tutacağını bilemiyor insan. Muhtemelen bahar geldiğinden olacak, beraber el ele kırlara, ormanlara koşuyorsunuz, kesinlikle bir art niyetiniz yok. İşte kuşlar, çiçeker, ağaçlar falan bir eğleniyorsunuz bir eğleniyorsunuz, yani o kadar olur. Ormana iyi vakit geçirmek için gittiğinizden üzerinizde oldukça rahat ve estetikten yoksun kıyafetleriniz var, Prensesin de öyle. Hani içinde yaklaşık 330 ml zehir bulundurabilen All-Purpose bir yüzük olsun ya da en azından bir kılıç, bir kalkan, delici, kesici, ezici aletler, ıslak havlu olsun yok ve eğer başınızdaki köşeli taç iki buçuk kilo falan değilse bildiğiniz dımdızlaksınız. Hem, ağzı burnu gözleri olan, büyük olasılıkla kuş dili dahil en az 4 yabancı dil bilen ağaçların ve sık bitki örtüsünün olduğu standart bir ormanda başınıza kötü ne gelebilir ki, oralar hep sizin. Aksilik bu ya, her şey böylesine şahaneyken kötü kalpli, toplum tarafından dışlanmış, yaradanın gücüne gitmesin ama aceleye getirdiği çok bariz olan ve oldukça fakir olduğu için ulaşımını süpürge ile sağlayan bir Cadı (İngilizcede "Cockblocker". O dönemlerde en popüler mesleklerden biri. Yetenek sınavıyla alınıyor.) uçarak gelip bütün eğlenceyi (Prensesi) kaçırıyor. Artık kendisinin nasıl sorunları varsa, hayır Prensesin değil, giderken sihirli değneğinden, ki önüne "sihirli" kelimesini getirsek bile "değnek" kelimesinin karizmasını düzeltemiyoruz, üzerinize beyaz bir şey.. atıyor. Siz üzerinize sıçrayan bu beyaz şeyin en kötü ihtimalle ayran falan olduğuna inanmaya çalışırken bir bakıyorsunuz yemyeşilsiniz! Daha "Yahu nasıl olur, çok fantastik!" demeye kalmadan iş işten geçiyor ve kızı alan Üsküdar checkpoint'inden 1:36:42'lik rekor süreyle geçiyor. Vıraklayarak "Ben bu oyunu bozarım, vırakın beni, tutmayın!" diyorsunuz, bir feryat figan. O hışımla, karşınıza çıkan ilk şişeyi öpüp, neredeyse bütün sinirinizi ağaçtan çıkardıktan sonra, kalan sinirinizle yollara düşüyorsunuz. Bundan sonrası teferruat: İntikam yemini, kırmızı bir pelerin, biraz hava akımı ve prematüre bir kurbağa olduğunu düşündüğüm diğer.. şey (Kraliyet ailesinin en genç üyesi de olabilir, emin değilim). Let the bloodshed begin, bitches!


Uzun yolculuğunuza başlamadan önce Options'a bir göz atmanızı tavsiye ederim. Nitekim pek çok platform oyununun aksine Superfrog'da oyuna kaç canla başlayacağınızı seçebiliyorsunuz. Aranızda elbette tecrübeli olduğuna inanan, cesur ve hardcore platformcular da vardır ve pek tabi 3 canla başlamak isteyeceklerdir. Öleceksiniz. Superfrog'u zor yapan unsur, ortama heterojen dağılmış muhtelif sivri nesneler ki bunlara kazık diyip kabalaşmak istemiyorum, dikit diyelim, ateş, koskoca kurbağanın altında kalsa bile ölmeyen canavarlar ya da pembe bir bisikletin 16 inçlik ön tekerleği değil, aksine oldukça kaygan ve hızlı olmanız. "Yerinde duramamak" sözünün bu kadar uyduğu başka bir durum bilmiyorum, gerçekten duramıyorsunuz. Durmayı başarsanız da tekrar devam edebilmek için fazlasıyla ölü oluyorsunuz, olmuyor. Oyun zor, ilk etapta çok uzağa gidemeyeceksiniz ama üzülmeyin, kimse anasının karnından koşup zıplayarak çıkmıyor. O sebeple 5 yada 7 can seçerek başlayın, pişman olmazsınız. Son seçenek ve çok ihtiyacınız olacak password'ler ise bölüm sonunlarında oynayabileceğiniz Slot Machine ile kazanılabiliyor. Efendi gibi isterseniz Google da verir tabi.

Efem oyun 5 ana bölümden oluşuyor, her ana bölüm ise 4 alt bölümden. Amacınız ekranın sağ alt köşesinde belirtilen sayı kadar gold coin toplayıp çıkışa tek parça halinde ulaşmak, Prenses falan bahane. Pek çok platform oyununda gold coin'ler sadece puan için toplansa da Superfrog'da ilerlemeniz için kilit rol oynuyor. Kilit dedim, çok ironik oldu. Puan yada spor olsun diye oyunda meyve sebze topluyorsunuz (ama en çok parayı da size hakemlik ve spor yorumculuğu getiriyor) peki gerekli mi? Depends. Bölüm sonlarında oynayacağınız Slot Machine'de "jeton sayınızı" o bölümde topladığınız bu puanlar sağlıyor. Google da sağlar tabi. Bölümler arası zorluk lineer değil. Örneğin, 4. ana bölümün ilk alt bölümü, 3. ana bölümün son bölümünden daha zor değil, anlamamış olabilirsiniz tabi ama 5 defa okuyunca bir fikir ediniyorsunuz, her ana bölüm kendi içinde artan zorluğa sahip. Aksi durum olsaydı pek çok oyuncunun 2. ana bölümüden ötesini göremeyeceğini söyleyebilirim. Oyunda oldukça fazla gizli alan var ve bunların bir kısmını hiç bir çaba sarfetmeden "doğal yollarla" buluyorsunuz, büyük bir kısmı için eh aramanız gerekiyor. Bölümü bitirmek için tüm gizli alanları bulmak zorunda değilsiniz, casual bir oyunla bile ihtiyacınız olan coin'leri toplayabiliyorsunuz.

Oyun, çizgi film tadında grafikleri, harika müzikleri, iyi ayarlanmış zorluğu ve sürpriz sonuyla benim için tüm platform oyunları arasında özel bir yere sahip. En azından bir dönem Amiga tutkunuysanız, platform oyunlarını seviyorsanız ve biraz da nostalji istiyorsanız bu Team 17 klasiği hala oynanmaya değer. Yok eğer daha özgün bir konusu olan, mesela Prensi kötü kalpli bir Ganyan Bayii ve bir grup at tarafından kaçırılan, fizik olarak olmasa da ruhen maskülen bir Prensesin "Geri getirin lan kocamı .rospu çocukları!" diyerek kendini dağa bayıra vurduğu bir oyun arıyorsanız bu o oyun değil. Bir şekilde benzer konseptte bir oyun bulursanız bana da haber verin. Yetti bitti bu çile, Prensesin mi var derdin var arkadaş.. dırdırı bi yandan, cadının yellozluğu bi yandan, "Abi tacını versene iki dakka. Karşı ağaca kadar koşup gelcem" diyen küçük kardeş bi yandan, yıllarımı verdim yıllarımı!..

Pelerininiz kuru, cildiniz nemli olsun.