Wednesday, October 10, 2012

Hayde Bre Gamers!

Su aralar baya bi oyun cikti. Yok Star Wars: The Old Republic, yok Guild Wars 2, baskiya dayanamayan Warcraft HEY LOOK GAIZ WE HAVE PANDAS! silahini kullandi, announcementlar basladi (Torchlight 2, I c what u did thar) orda TERA Online atladi burdan o cikti derken hakkaten -tabiri caizse- her yirtik dondan bi oyun cikti. Merakli bi sahsiyet olarak arastirmaya, kurcuklamaya, betalara filan girmeye basladim. 


Kisacik bi ozet geceyim;

SWTOR - Max leveldan sonra hic bi halt yok. Ha Cataclysm ha bu. Grind fest. PvP. Leveling zevkli, yok cinematic yok su bu bilmemne, gorseller almis basini gitmis, of ama guzel oyun derken max levela gelince birakip eskilere geri donuyosun. Yes. Sanirim bundan dolayi SWTOR su an F2P gorunuyo. O well. One franchise falls, another one rises.


Guild Wars 2 - Sikilmana imkan yok. Surekli bisiler oluyo. Nereyi kurcalarsan kurcalara her yerden bisi cikma ihtimali, ve bu seyin senin guzel ebene kayma ihtimali cok yuksek. Tavsiyem ilk karakter olarak warrior filan secmek olmali, ben necromancer actim, iyi bok yedim. Kalkamiyorum altinda. For srs. Hani WoW raidlerinde "atesin icinde durma" uyarilarina kulak asmayan sahsiyetler icin hic iyi degil. Dodge etmezsen hakkaten ayvayi yiyosun. Surekli tetikte olmak lazim. Dunya her an birbirine girebilir - en azindan serverlar. Cok eglenceli lan, daha tasa tirmanip seviniyom. (Crafting'i hala cozemedim, biraktim daginik kalsin simdilik sonra farmlarim.)



TERA Online - Cacik olmaz. GW2 benzeri bi combat mechanic yapmislar, ki fena degil. Amma velakin variety yok. Questler nerdeyse ayni. Graphic desen inanilmaz - ama karakterler Kore oyunlarindan firlamis gibi. Hatunlarin hic bir yeri kapanmiyo. Lolitamsi sirf disi bir irk var. GW2ye kiyasla daha kolay ama sub fee var, dusunduruyor. Ayrica olmazsa da olur yani.



Butts. Butts everywhere. O high level armor bu arada. Melee icin. Berserker veya oyle bisi.

Torchlight 1 guzeldi, ikinciside guzel olacaktir heralde. Buna henuz bakamadim.

Mists of Pandaria - Oley, Pandaren! Butun WoW camiasini birbirine katan bu irk, aslen 1 Nisan sakasindan yola cikilmis bir halt olup, sonra oyunculardan gelen pozitif etkiyle "canon" olmus, Samwise Didier'in en buyuk gururu olan birsey aslinda. Level 10'a kadar bir factionin yok. Sadece Pandarensin. Sonra faction seciyosun. Varian Wrynn'le spar atiyosun, Garrosh direk bastan asagi sicip siviyo tehditlerle filan. Sirf onu kesmek icin bile oynanirmi, yes, bence oynanir. Theramore GG, Jaina UltraPMS'e baglamis vaziyette. Prince Wrathion ise bi haltlar pesinde, du bakalim nolcak. Ama butun bunlarin disinda, butun talentlar falan yalan. Hersey "dumbed down". Ne secersen sec sicma sansin cok az. Henuz dungeon/raidlere bakamadim, levelim tutmuyo. Ama su ana kadar gorduklerim;
Monkla cok egleniyorum. Firil firil donerken heal atmak cok zevkli. Ayrica melee healer olabilmek guzel. Hem sopamla iki durtup, hem heal atabiliyorum. Cegzel.
Demonology Warlock asmis gitmis. Feci OP. Suraya yaziyorum, nerf gelcek. 
Feral/Guardian ayrilmis, cegzel olmus ama 4 spec oldugu icin feci QQ var. Then again, ne zaman yoktu o QQlar.
Overall, gameplay basitlestirilmis, grafikler her zamanki gibi, dungeon/raid oldugu vakit ona ayri, katmanli bir post yazarim. But that day is not today.

Adam yapmis o kadar, Blizz'de asskissing modelinde tribute koymus. O well.

Bu kadar kaosun ortasinda, bi yandan GW2 bi yandan MoP, ben gittim League of Legends diye biseye basladim. Oyun bedava. Tabi icinde shop var, ama onlari ingame kazandigin IP(Influence Points) ile de alabiliyosun, o yuzden tamamen optional.
Oyun tamamen PvP based. Tabi, kendi oyununu kurup, sifreyle kilitleyip, botlara karsi da savas verebiliyosun eger kendinden emin degilsen, yeniysen oyuna, ve/veya yeni bi karakter denemek istiyosan.
Oyunda zilyar tane Champion var. DoTA gibi, hatta aynisi. Su an yeni Turk serveri acildi, netekim hersey turkce - karakterlerin sozleri dahil. Cok cacik, direk EU-West'e transfer ettim. 
Ilk basta sarmaz bu beni diye basladigin oyuna, hakkaten kafayi takip hirs yapiyosun. Cok lanet bisi. Bi kere oynadinmi gerisi kesin geliyo. IP biriktikce yeni Championlar aciyosun, onlara talent build veriyosun, rune dosuyosun, falan filan. 

Accountun level 30a kadar cikiyo. Benimki henuz 11, su anda elimde sadece  5 tane hero var - bi tanesini PVP. net hediye etmis, ekstra bir skin ile. Karakterleri aldiktan sonra, eger yeterli Riot Points varsa(ki bunlar parayla aliniyor) bu karakterlere skin alabiliyosun. Ayni karakter, ayni skiller, sadece goruntusu degisik. Cok ilginc seyler var.
Champion rolleri pusher, jungler, support, assassin, ranged, stealth, recommended, mage, carry, tank, fighter ve melee. Bir champion bu rollerden bir kacini yapabilir, eger hybrid talent build yaparsan nerdeyse her isi gorebilir.
105 tane secilebilen champion bulunmakta su an. Her hafta oynanabilir 10 karakter aciliyo, ve her hafta bu 10 karakter degisiyo. F2P oluyolar bi nevi. Begenirsen, ve IP/RP puanin yetiyosa, karakteri satin alabiliyosun. IP puanlari her game ile artiyo.

Gelgelelim oyunaaaa.
Iki takim - mavi ve mor- haritanin iki ayri ucunda basliyo. Iki kisi top lane, iki kisi bottom lane'e gidiyo, ve kalan bir kisi ise middle lane aliyo. Bu esnada tabi insanlar enemy player'a dalabilir, ama bu pek tavsiye edilmiyo. Netekim, oyun icindeki karakter level 1 basliyo, ve sadece bir ability - bunu oyuncu secebiliyo - acik oluyo. Bu yuzden bir sure boyunca 'tag' atiliyo en fazla. Summon olduktan 30 saniye icersinde minionlar spawn oluyo. Bu minionlar - ben onlara Orko diyorum - onemli, cunku karsi tarafin kulelerine baska turlu saldiramazsin. Peki kuleye neden saldirmak isteyesinki?
Cunku oyunun amaci, karsi tarafina base'ine girip, inhibitorlerini patlatmak. Ilk kimin ana inhibitoru patlarsa victory onundur. Bu top, middle ve bottom lanelerde yaklasik ucer kule bulunmakta, ve bu kuleler okuz gibi vurmaktadir. Kisaca tek basina bi kuleye girersen cenazen cikar, n00b yersin, hos degil.
Details, details.
Championun level atladikca, iki skill daha aciyosun, ve level 6ya ulastiginda Ultimate Skill'i geliyo. Her championunki degisik, hepsini de sayamiycam, gidin bakin ffs. Ondan sonra is cigrindan cikabiliyo. Ortalik gank fest olabiliyo.
Jungler dedigimiz championin asil gorevi gank mesela. Nereye cagrilirsa oraya kosup, ortaligi birbirine katmak en onemli ozelligi junglerin. Ayni zamanda, uc lane arasinda bol bol cimlik alan var, bunlara Brush deniyo. Bu cimliklere cimip, ambush yapabiliyosun. Bazen. Bazen karsindaki akilli cikiyo ve oraya Ward yerlestiriyo veya oraya skill aciyo, bilmem ne. Buluyo seni. Jungler'lar bu cimlik alanlari iyi kullanmak zorunda, cunku pusu kurmak, sessizce yaklasmak onlarin gorevi, tipki stealth ve assassin classlari gibi. Ki, bu konumda -bence- en tehlikeli jungler Shyvana. Cunku Shyvana bi ejderha ve okuz gibi damage yapabiliyo, hele ki ultimate'i aciksa(Bildigin full ejder oluyo kisa bi sureligine, leap stun aoe derken yatiyosun).
LTS Fuck-your-shit-up, PST.
So. Baska neler var? Championin dimdizlak savasa girmiyo tabi. Minionlari kesip sirf XP almiyosun, arti olarak gold aliyosun. Bu goldlarla base'ine geri donup, kendini bisiler aliyosun, damage'in veya neysen artik o statlarin artiyo. Ondan sonra yardir allah yardir. Sadece aktif bi kulenin altinda enemy playera vurma, yoksa kule sana fokuslaniyo.
Peki kuleyi nasil indiriyosun? Minionlari meat shield olarak kullanarak. Onlarin arkasindan gelip kulenin onlari target almasini bekliyosun, sonra sende kuleye daliyosun.
Oyun pvp ve taktik uzerine kurulu ve su an Turkiyede baya bi kisi oynamakta. Hatta, cogu Conventionlarda bile LoL turnuvalari duzenlenmekte - Turklerin kendi basina yaptigi bisi degil! PVP. net sponsorlugunda, official turnuvalar bunlar. Kazanan parayi goturuyo. Veya iste artik ne veriyolarsa.
Sonuc olarak, sardin mi hakkatten cok bis sardigin bi oyun. Tavsiye ederim, neticede beles. Oynayan varsa EU-Westteyim. Oynamak isteyen varsa boostlayabilirim azcik, custom oyun kurarak. Reference'a Synzbane yazarsaniz hepimiz kazaniriz, IP/XP boost geliyo cok guzel hareketler oluyo, dibidip dip dip.
Cekgzel karakterler var len.. cok eglenyom.
Suprise!
Anyways, Batman signing off, over n out!
laptop patlatmaya gidiyom ben..


Wednesday, September 26, 2012

Siz hala annenizin MMO'sunu mu oynuyorsunuz?


                Efendim malumunuz yeni oyuncağımız Guild Wars 2’yi (Yazının devamında gw2 olarak anılacaktır.) keyifle kurcalıyorum son günlerde. Bilindiği üzere mmo olayının farklı evreleri var; yazacaklarımın hepsi şu ana kadar oynadığım kadarıyla izlenimlerim olacak, yani ilk karakteri kastığın bölüm.  Aslında “80 olunca mı yazsaydım acep?”  diye düşündüm şimdi ama başladık bir kere zaten kalmış 5 lvl, devam.

İlk oynanışı çok keyifli hakikaten, max-lvl’da nolur bilmiyorum henüz,  tekrar edildiğinde ne kadar bayabilir, aynı keyif elde edilir mi hiçbir fikrim yok, onu alt oynarken göreceğiz çünkü altsız olmaz, öyle değil mi Çaan? Bazen Wow ‘dan (yazının devamında ve muhtemelen her yerde moplol olarak anılacaktır.) kalma alışkanlıklarımla kendime bir rota çiziyorum mesela oyunda. “Şunu yapayım bunu yapayım oradan da diğerini yaparım.” Makine gibi yani, tek düze, görev, iş, sıkıcı, grind. Nasıl sonuçlanıyor biliyor musunuz? Haritanın bu planı yaptığım ucundan girip alakasız ucundan saatler sonra çıkıyorum. Bu süreç boyunca başıma abuksubuk şeyler geliyor, planlamadığım bir sürü spontane olay oluyor ve bu durum hiç darlamıyor. Bunu vakit kaybı olarak göstermemesi güzel bir şey. Hiçbişeyi sallamadan, harıl harıl kasmadan, dağ bayır geziyorum.



Inventory sıkıntısı yok, crafting’de ve muhtelif şekillerde kullanılıp bir işe yarayan itemların hepsini tek tuşla bankada bunlar için ayrılmış kocaman yere yollanabiliyor, Salvage kit’ler ile kırılan itemlardan bunları elde edebiliyorsun. Ulaşım sıkıntısı yok, bir kere gidilen yer daha sonra sadece çift-tıkı uzaklıkta. Zaten taşın böceğin dalın yaprağın ayrıntısına kadar özene bezene yapılmış, kaliteli bi artwork var yani geze geze oynasan da olur. Yıllar süren moplol kariyerinden sonra grafikler böle bi değişik geliyor(in a good way). F2P Fontlar için yapacak bir şey yok maalesef =( . Adamlar diğer oyuncuların canınızı sıkabileceği durumları dahi ortadan kaldırdığı için insanlarla beraber oynamak problem değil eğlence olarak geri dönüyor. Oradan geçen oyuncunun size olabilecek en negatif etkisi yardım etmemesi sadece. Haritalarda sürekli bir “event”ler dönüyor, bu olayların alternatif gelişme ve sonuçları olabiliyor, chain olup devamı olanlar tadından yenmiyor. Puzzle tadında mekânlar var haritaların bazı bölümlerinde, bunlar bazen hafif gizli saklı bazen oldukça bariz, bazen çok kolay bazen tırmalatan mekânlar. Bunların ödüllendirmesi zaman zaman yetersiz olsa da neticesinde eğlendiriyor.

Storyline olayını çok başarılı bulmadım açıkcası, hani çok kıytırık bir şey değil, amacı da anlayabiliyorum ama olmamış sanki. Ya da çok basit kalmış. Her karaktere özgün story düşünüyorsun, güzel bunu 8-10 tane soruya göre ve story akışı içinde seçeneklerle oluşturuyorsun o da güzel. Ama bütün alternatif story’ler “aynı bokun mavisi” şeklinde oluyor.  Mesela yapılan olay aynı, yanındaki adamlar farklı gibi. Yap hepsini komple farklı o zaman, bir şeye benzesin. Genel hikaye hafif “meh” olmakla beraber içerik olarak ta bazı dandiklikler var bence, spoiler olayına girmeden Trahearn ile tanışınca anlarsınız diyeyim. Srsly Trahearn, FU.


Oyunda raid yok. Bunun yerine aktif bir dünya var, zaman zaman raid’lerden daha büyük event’ler var ve 5man dungeon’lar var.

Dungeon’lar ve holy trinity’nin(tank-healer-dps) olmayışı hakkında aslında ayrıca yazı bile yazılır. İlk duyunca “lan nası olcak ki bu iş” demedim değil. Moplol nasıl empoze ettiyse bu rolleri, baya benimsemişiz. Healer olmayı seviyorum,  başka bir şey oynarsam sıkılırım heralde diyordum. Hoş ben healer oynarken de araya iki büyü sıkıştıran, ona bunu cc eden, rahat durmayan kımız zararlısı bir player olarak; denedikten sonra Gw2 sisteminin hastası oldum. Her class ile dmg ediyorsun,heal yapıyorsun, bufflıyorsun (boon) debufflıyorsun (condition). Çok seçenek sunan bir skill sistemin var (10 button’dan oluşan bar yanıltmasın, silahlara göre skill’ler ve hızlı değiştirebildiğin 2 weapon set’in var.). Ayakta kalabilmek önemli, tank ve healer olmadığı için oturup pewpew etmekten ibaret değil oyun. Yani her spot’un açıkları kolay kolay kapanmıyor. Evade olayına alışıp kullanmak gerek. Yoksa çokça ağzınızı burnunuzu kıracak dmg mevcut dungeon’larda.  Aynı sebeplerden combat oldukça keyifli, monoton spamlama haliniz pek olmuyor. Ölen vatandaşları görüp komple gebermeden downed state ‘te iken reslemek önemli. Yatmış bekleyen biri varsa onu sallamıyorsunuz, direk zaman kaybı onla uğraşmanız. Eni konu ölen vatandaşlar çoğu kez res bekleyip adamı kanser ediyorlar bunu yapmayın plz, srsly.  Öldüğünüzde dungeon içlerindeki way pointler’den en yakın olandan yardırıp kaldığınız yerden devam ediyorsunuz.  Yerde göreceğiniz kırmızı halkaların içinden kaçmak gerek, bunlar kötü alan spell’leri. Beyaz halkalar hep buff heal etc. Beyaz kenarları yapboz şekilli halkalar combo yapabildiğiniz alanlar. Ben fire aoe ettim misal, içinden ok atan vatandaşın okları yanarak bufflı gidiyor, pek eğlenceli bu olaylar. Default tuşlarla Ctrl-T yaparak 1 adet target marklayabiliyorsunuz. Daha sonra millet “T” tuşu ile direk bu target’ı seçebiliyor. Dungeon’ların story mode’ları nispeten kolay olan versiyonlar. Explorable mode’lar ise daha zor ve farklı güzergahlardan seçenekler sunan versiyonlar. Ayrıca dungeon’larda da çeşitli puzzle tadında olaylar mevcut. Her yer trap ayrıca, lol.

Crafting ile ilgili yazmazdım ben aslında, bilen bilir hiç de sevmem. Şu oyunların bana göre en sıkıcı noktalarıdır. Lakin Neredeyse 0 amelelik noktasına yaklaşmışlar. Kusura bakma Arenanet bi yere kadar sevebilirim crafting’i, hepsi o [Arcane Dust]ların suçu. Hani bahsetmiştim ıvır zıvırı tek tuşla bankaya atabiliyosun diye. Burada biriken bütün matları crafting menüsünde görebiliyor ve direk buradan kullanabiliyorsun hatta! Bunların hepsini altlarla ortak kullanmak mümkün. Prof değiştirdiğinde skill puanı sıfırlanmıyor, eski prof kaç puansa orda kalıyor tekrar alıcak olursanız. Discovery diye bir olay var, yok o kasarken random proclayan recipe’ler değil. Elinizdeki beraber kullanılabilecek matları gösteriyor menü, bunlarla yeni itemlar yapmayı öğreniyorsunuz.

Pvp opsiyonları Spvp ve WvW olarak ayrılıyor.





 Spvp’nin anafikri moplol’den alışa geldiğiniz Battleground’lar. Tabi ki farkları var şöle; gw2 de “heart of the mists” diye bir lobi var efendim, burada karakteriniz lvl 80 oluyor direk, etrafta vendorlar var ve beleş item’lar veriyorlar. Alıp gear’ı ve talentları kafaya göre ayarladıktan sonra ordan direk battlegroundlara giriyoruz ve çatışıyoruz. Madem max statlı item’ı veriyor ne için kasıyoruz diye soracak olursanız cevap: şekil&şemal. Srsly, olayımız eğlenmek ve havalı gözükmek. Gear farkı ile gariban pataklamak değil, ya da tersi durumda defalarca katlanmak değil. Toplanan puanlarla alınan item’lar hep aynı statlara sahip lakin farklı tasarımlar.


(Boyanabilir armorları ve bir sürü boya çeşidi olan bir oyundan bahsediyoruz.) 

WvW dediğimiz olayda da farklı 3 adet server’ın farklı 4 cephe(zone) üzerinde çatışması. Bu haritayı mesela bi moplol expansion haritası gibi büyük düşünebilirsiniz. Kaleleri supply depot’ları dışarıdaki gibi eventleri falan olan kocaman haritalar. Buraya her zaman girebiliyorsunuz. Level’ınız direk 80’e çıkıyor kaç olursa olsun. Ama item’larınız ne ise o. Vendorlardan siege alet edavatı alıp yukarda bahsettiğim supply’lar sayesinde inşa edip kullanabiliyorsunuz. Muhtelif zergfest’ler halinde geçse de büyük bir oyun olduğu için baya eğlenceli tarafları da olabiliyor, guild’la 10-15 kişi zayıf yerleri kovalayabilirsiniz mesela. Hatta guild olarak yerleşebildiğiniz kaleler oluyor ama bu olayların fazla detayını bilmiyorum, onlara bilare değiniriz artık.

 Belli bir kalitede ve mmo’ların oyuncuyu darlayan birçok unsurunu ortadan kaldırarak bir oyun yapmışlar. 80’den sonra nasıl olur merakla bekliyorum. Eğer eventleri sık günceller, iyi expansion’lar yaparlarsa dolu dolu oynatır. Tersi durumda çabuk sıkabilir. Her ne kadar bu oyunda çok iyi makyajlasalar da neticesinde mmo dediğin grind. Subscription gibi bir yük yok. Bütün haritayı bitirip oyunu oynamak istemeseniz dahi o ana kadar paranızın hakkını fazlasıyla alıyorsunuz.




Sunday, August 19, 2012

Bana bu şehir XL

Çok şükür yaradana, paylaşımın cırılcırıl sıçıldığı şu internet aleminde artık benim de , sıçacileceğim , üstelik toplu halde sıçtığımız için herhangi bir sosyofobi yaşamayacağım bir mecraya kovuştum. (tıpkı normalde mastürbasyon sonra ince bir pişmanlık yaşarsınız, bu bir sonraki mastürbasyonu bi süre geciktirir.  Oysa toplu mastürbasyon olsa misal askerde toplu mastürbasyon seansları olur, bu seanslardan sonra pişmanlık değil de gürül gürül keyif olur hep yapasanız gelir, öyle. gerçi bu örnek cok alakasız oldu. ama sanırım asker anısı sıkıştırmak istedim we).

Evet bu seferki postumda Evli mutsuz çiftler için ilaç gibi olacak bir oyun tanıtıcam. Oyunun adı Cities XL.  

İmdi bir kere kaliteli bir oyunun bana göre tek ve gerçek göstergesi, oyunun kendisine ait bir wikiye sahip olması ki. İnanmayacaksınız bu oyunun kendi wikisi var. citiesxl.wikia.com muydu neydi öle bişi. Artı olarak steam'de falan, indirim zamanı denk gelmesseniz, fiyatı 50 dolar falan ki, tek kalemde eni konu bir şehir kurma oyununa bu parayı vermeniz, plaza / ofis ortamlarında gayet pozitif puan olarak geri dönecektir

Oyunun çevre birimlerine kısaca değindik, kendisine bakmak gerekirse. Bir kere oyundaki coğrafi birimler (her türlüsü var, işte adalara kurulu miami styla, deltalar, nehirler, lagunlar, new york , körfez , dağ, göl,  kahverenginin ve toz toprağın maviyle buluştuğu muhteşem doğasıyla dubai/katar veya Ortaasyadan akdenize bir kısrak başı gibi uzanan bir yarımada ne ararsanız ..) çok başarılı, ve yüksek rezülösyonda muhteşem gözüküyorlar. 

manzaradan kendimizi alabilirsek, oyunu oynamaya geçebiliriz. (bu manzara meselesini, şiddet popüler kültürünün türlü göndermeleriyle doldurulmuş kafası testeronlu arkdaşlar, mümkün olduğu kadar ekrana bayık bakarak hayranlık taklidiyle geçiştirebilirler. yanınızdaki mor ve somon rengi partneriniz için bu yeterli gelecektir).

Oyuna şehir dışından iç bölgelere doğru bir otoyol hattı çekerek başlıyoruz. Otoyolu dilediğimiz yerde sonlandıktan sonra oraya bir belediye binası dikip halkımıza hizmete başlayabiliriz.

Ve oyunumuz tam bu noktada alalade** bir blizzard oyunundan ayrılıyor değerli okuyucularım. Biliyorsunuz hangi idiot blizzard fanboyuna , blizzin en cok nesine köpek oluyorsun desen. -"Ağabey oyunları çok dengeli oluyor, müthiş bir denge mevzu bahis !!"
der.


alalade** blizzard'ın bacısının bekareti gibi savunduğu upkeep/dps chartı.


İşte cities xl ise tamamen dengesizlik üzerine kurulu bir mekaniği var. Oyunda birim olarak ne dikerseniz bu size bir veya bir kaç dengesizlik olarak dönüyor. haliyle hızla bu yaptığınızı dengeleyecek işlere girişmeniz gerekiyor , bu da sizi başka dengesizliklere iteliyor. 

Misal örnek vermem gerekirse, oyuna ham madde olarak fuel oil kullanan ağır sanayi, tesisleri ve vasıfsız işçiler için pınarbaşı, gültepe tarzı mahalleler kurarak başlıyorsunuz. Fakat bu sanayiciler, bir süre sonra imalat sanayii yok nereye satıcam bunları diye zırlıyor. Siz imalat bölgesi oluşturuyonuz , buralar vasıflı işçi ve yönetici istiyor. Bu sefer şehre yöneticilerinin yaşayacağı mahalle koyuyorsunuz, suç oranı trafik vs sapıtıyor. bu böyle gidiyor. Hay sokiyim bunla mı uğraşcam diyorsanız bu işin kolayını ben şöyle çözdüm youtube'a girip olmuşuna bakıyorum.
misal. 


Ayrıca sadece birimler değil, kaynaklarda da (resources) aynı dengesizlik mevcut. Eğer Elektrik ve petrol üretimine girerseniz kirlilik heryere taşıyor. tarım arazileri, su kaynakları heder oluyor. Tersini yapsanız , petrol öyle pahalı hale geliyor ki ağır sanayi duruyor vs vs.

Bu durumda da devreye trading denen kavram giriyor. Buradan sonra zaten oyunu yapan firmanın Fransız olmasına bolca küfür etmeye başlıyorsunuz. Size şimdi trade penceresini göstermek istiyorum. 1 aydır bu ekrana bakıyorum hala acaba daha ne kadar işlevsiz olabilirdi diye düşünüp cevap bulamıyorum.



Artı olarak bi sorun daha var. o da trafik. 4 şeritli otobandan tek yön cıkış veriyorsunuz . gerizekalı fransız oyun, tam o noktaya göztepe ışıklar benzeri bir şey koyuyor. ulan tersden gelen yok, yaya yok ama ışıklar var sonra trafik keşmekeş. Zaten ben toplu taşımaya genel olarak karşıyım. zengin değilse bu şehirde yaşamasın istiyorum . heryere otoyol diktim ama her cıkışa ışık koyan bir zihniyet beni oyundan soğuttu açıkcası.






Neyseki bütün bu fantezilerinizi deneyebileseniz diyerek fransız arkdaşlar, oyunun anamenusune cheat butonu koymuşlar. bastıkca para basıyorsunuz. gayet şakirt işi bir olay. bastıkca zaman gazetesinden kurban satışından yurt kiralarından para geliyor. Böylece gerekli mastürbasyonunuzu yapıp huzurla alt+f4 yapabiliyorsunuz.

Evet Sonuç: torrentden indirin.

Monday, May 7, 2012

Superfrog

*Uyarı: Helal review. Spoiler içermez.*


Bugün biraz nostalji yapmak istiyorum. O yüzden müsadenizle erkeklerin yeşil, kadınların esir olduğu ortaçağa dönüyorum, siz de benimle geliyorsunuz. Tek ihtiyacımız olan bir Amiga 500.. yada emülatörü, 3 floppy disklik Superfrog.. yada ROM'u, birkaç parmak, bir çift göz ve biraz koordinasyon. Evvet kamiller, bugünkü konumuz Superfrog!1! No one see it coming.

Konusu kesinlikle yabancı değil. Her platform oyununda insanın başına gelebilecek bir şey. Tüm gerçekçilik bir yana, her şeyden önce bir Prenssiniz ve bir Prenses size çok ağır yazıyor, yani inanılacak gibi değil. "En çok neyimi seviyosun Beatrix?" gibi sorular sorup, "Geçen Paskalyada giydiğin mavi kazak çok güzeldi Johan" gibi cevaplar alıyorsunuz. Öylesine bir tutku var, neresinden tutacağını bilemiyor insan. Muhtemelen bahar geldiğinden olacak, beraber el ele kırlara, ormanlara koşuyorsunuz, kesinlikle bir art niyetiniz yok. İşte kuşlar, çiçeker, ağaçlar falan bir eğleniyorsunuz bir eğleniyorsunuz, yani o kadar olur. Ormana iyi vakit geçirmek için gittiğinizden üzerinizde oldukça rahat ve estetikten yoksun kıyafetleriniz var, Prensesin de öyle. Hani içinde yaklaşık 330 ml zehir bulundurabilen All-Purpose bir yüzük olsun ya da en azından bir kılıç, bir kalkan, delici, kesici, ezici aletler, ıslak havlu olsun yok ve eğer başınızdaki köşeli taç iki buçuk kilo falan değilse bildiğiniz dımdızlaksınız. Hem, ağzı burnu gözleri olan, büyük olasılıkla kuş dili dahil en az 4 yabancı dil bilen ağaçların ve sık bitki örtüsünün olduğu standart bir ormanda başınıza kötü ne gelebilir ki, oralar hep sizin. Aksilik bu ya, her şey böylesine şahaneyken kötü kalpli, toplum tarafından dışlanmış, yaradanın gücüne gitmesin ama aceleye getirdiği çok bariz olan ve oldukça fakir olduğu için ulaşımını süpürge ile sağlayan bir Cadı (İngilizcede "Cockblocker". O dönemlerde en popüler mesleklerden biri. Yetenek sınavıyla alınıyor.) uçarak gelip bütün eğlenceyi (Prensesi) kaçırıyor. Artık kendisinin nasıl sorunları varsa, hayır Prensesin değil, giderken sihirli değneğinden, ki önüne "sihirli" kelimesini getirsek bile "değnek" kelimesinin karizmasını düzeltemiyoruz, üzerinize beyaz bir şey.. atıyor. Siz üzerinize sıçrayan bu beyaz şeyin en kötü ihtimalle ayran falan olduğuna inanmaya çalışırken bir bakıyorsunuz yemyeşilsiniz! Daha "Yahu nasıl olur, çok fantastik!" demeye kalmadan iş işten geçiyor ve kızı alan Üsküdar checkpoint'inden 1:36:42'lik rekor süreyle geçiyor. Vıraklayarak "Ben bu oyunu bozarım, vırakın beni, tutmayın!" diyorsunuz, bir feryat figan. O hışımla, karşınıza çıkan ilk şişeyi öpüp, neredeyse bütün sinirinizi ağaçtan çıkardıktan sonra, kalan sinirinizle yollara düşüyorsunuz. Bundan sonrası teferruat: İntikam yemini, kırmızı bir pelerin, biraz hava akımı ve prematüre bir kurbağa olduğunu düşündüğüm diğer.. şey (Kraliyet ailesinin en genç üyesi de olabilir, emin değilim). Let the bloodshed begin, bitches!


Uzun yolculuğunuza başlamadan önce Options'a bir göz atmanızı tavsiye ederim. Nitekim pek çok platform oyununun aksine Superfrog'da oyuna kaç canla başlayacağınızı seçebiliyorsunuz. Aranızda elbette tecrübeli olduğuna inanan, cesur ve hardcore platformcular da vardır ve pek tabi 3 canla başlamak isteyeceklerdir. Öleceksiniz. Superfrog'u zor yapan unsur, ortama heterojen dağılmış muhtelif sivri nesneler ki bunlara kazık diyip kabalaşmak istemiyorum, dikit diyelim, ateş, koskoca kurbağanın altında kalsa bile ölmeyen canavarlar ya da pembe bir bisikletin 16 inçlik ön tekerleği değil, aksine oldukça kaygan ve hızlı olmanız. "Yerinde duramamak" sözünün bu kadar uyduğu başka bir durum bilmiyorum, gerçekten duramıyorsunuz. Durmayı başarsanız da tekrar devam edebilmek için fazlasıyla ölü oluyorsunuz, olmuyor. Oyun zor, ilk etapta çok uzağa gidemeyeceksiniz ama üzülmeyin, kimse anasının karnından koşup zıplayarak çıkmıyor. O sebeple 5 yada 7 can seçerek başlayın, pişman olmazsınız. Son seçenek ve çok ihtiyacınız olacak password'ler ise bölüm sonunlarında oynayabileceğiniz Slot Machine ile kazanılabiliyor. Efendi gibi isterseniz Google da verir tabi.

Efem oyun 5 ana bölümden oluşuyor, her ana bölüm ise 4 alt bölümden. Amacınız ekranın sağ alt köşesinde belirtilen sayı kadar gold coin toplayıp çıkışa tek parça halinde ulaşmak, Prenses falan bahane. Pek çok platform oyununda gold coin'ler sadece puan için toplansa da Superfrog'da ilerlemeniz için kilit rol oynuyor. Kilit dedim, çok ironik oldu. Puan yada spor olsun diye oyunda meyve sebze topluyorsunuz (ama en çok parayı da size hakemlik ve spor yorumculuğu getiriyor) peki gerekli mi? Depends. Bölüm sonlarında oynayacağınız Slot Machine'de "jeton sayınızı" o bölümde topladığınız bu puanlar sağlıyor. Google da sağlar tabi. Bölümler arası zorluk lineer değil. Örneğin, 4. ana bölümün ilk alt bölümü, 3. ana bölümün son bölümünden daha zor değil, anlamamış olabilirsiniz tabi ama 5 defa okuyunca bir fikir ediniyorsunuz, her ana bölüm kendi içinde artan zorluğa sahip. Aksi durum olsaydı pek çok oyuncunun 2. ana bölümüden ötesini göremeyeceğini söyleyebilirim. Oyunda oldukça fazla gizli alan var ve bunların bir kısmını hiç bir çaba sarfetmeden "doğal yollarla" buluyorsunuz, büyük bir kısmı için eh aramanız gerekiyor. Bölümü bitirmek için tüm gizli alanları bulmak zorunda değilsiniz, casual bir oyunla bile ihtiyacınız olan coin'leri toplayabiliyorsunuz.

Oyun, çizgi film tadında grafikleri, harika müzikleri, iyi ayarlanmış zorluğu ve sürpriz sonuyla benim için tüm platform oyunları arasında özel bir yere sahip. En azından bir dönem Amiga tutkunuysanız, platform oyunlarını seviyorsanız ve biraz da nostalji istiyorsanız bu Team 17 klasiği hala oynanmaya değer. Yok eğer daha özgün bir konusu olan, mesela Prensi kötü kalpli bir Ganyan Bayii ve bir grup at tarafından kaçırılan, fizik olarak olmasa da ruhen maskülen bir Prensesin "Geri getirin lan kocamı .rospu çocukları!" diyerek kendini dağa bayıra vurduğu bir oyun arıyorsanız bu o oyun değil. Bir şekilde benzer konseptte bir oyun bulursanız bana da haber verin. Yetti bitti bu çile, Prensesin mi var derdin var arkadaş.. dırdırı bi yandan, cadının yellozluğu bi yandan, "Abi tacını versene iki dakka. Karşı ağaca kadar koşup gelcem" diyen küçük kardeş bi yandan, yıllarımı verdim yıllarımı!..

Pelerininiz kuru, cildiniz nemli olsun.

Friday, April 27, 2012

Zevkten yoksun: MLP

Önce her türlü hayırsızlık, abeslik ve genel olarak eş dostun aklı selimiyetimden şüphesiz bir şekilde tiksinmesini sağlayacak yeni yazı dizim, "Zevkten yoksun"u hayırlıyoruz efenim. Da's rite bishez, benim bile napıyorum aq diyerek icra ettiğim etkinliklerin bir tanıtımı olacak hayırlısıynan bu yazılar. Çocukluğuma ineceğiz, vücudumu keşfedip "ben bu adamla niye muhattabım ve/veya hala niye öldürmedim?" diye kendimizi sorgulayacağız.

Lafı uzatmadan (daha fazla gitmiyo zaten) buyrun bayım/bayanım/bi'ım:

zevkten yoksun:


MY LITTLE PONY: FRIENDSHIP IS MAGIC


Kelimeler, vallahi de billahi de, kifayesiz kalıyor.

Niye? Yani, NİYE AK?

Çizgi film seven birisi olarak Powerpuff Girls, Samurai Jack, Dexter's Lab, Ren & Stimpy gibi batı üretimi kaale alınabilecek çizgi filmlerden hoşlanan bir insanın hoşuna gitmemesi elde değil. Evet, ben de farkındayım abuk subuk renkli bi kamyon midillinin konu edildiği, ilk 3 nesili genç kızları (ve, hiç kendinizi kandırmayın hanımlar, genç kadınları) hedef kitlesi belirlemiş, çaktırmadan oyuncak reklamı yapmak için tasarlanmış bişeyi sen git, yukarıda saydığım çizgi filmler gibi biçok şeyi üretmiş vatandaşlarının eline ver, sonra internetin her tarafından pony fışkırınca şaşır. Olmaz, yakışık kalmaz. Kırgız atasözünde dediği gibi; Bacınskem, götünkoyam.

4chan'da uzaktan bunelanak metoduyla incelediğimiz işbu çizgi film garip bi şekilde beklemediği yerlerden ilgi görmeye başladı sonra sapıttı koptu gitti olay. Senaryo 6 adet pony ve bunların başından geçen olayları konu alıyor. Şahsen troll'lük, trollbait veyahut insanları kanser eden şeylere genel olarak merakımdan mıdır yoksa her gün 8 saatlik zorunlu youtube maceralarımdan dolayı mı tam olarak bilemediğim bi sebepten ötürü sardırıp bütün bölümlerini izlemiş, hatta ve hatta s02 bitene kadar cumartesi günlerini bekler hale gelmiş olmama hala akıl erdirebilmiş değilim. s03'ü de bekliyor olmam garip, ama it is what it is.

Sonuç olarak MLP absürd bir şekilde ya hoşunuza gider ya da nefret edersiniz. I'll just leave this here... Kendi kararınızı kendiniz verin, her halükarda ben repertuarıma bi saçmalık daha eklemiş oluyorum bununla birlikte ve esrarengiz bir şekilde tekrar gölgelere çekiliyorum.

MLP, how do they work?

Thursday, April 26, 2012

Rochard

Şurda hepimiz oyun oynayan insanlarız. Hep hor görülen, itilip kakılan, sivilceleri sayılan, boy / kilo oranıyla, kütle endeksiyle dalga geçilen ve bu sene de bekar gezen bu asil topluluğun üzerinde, literally, dünyanın sorumluluğu var. Genellikle zombilerle, uzaylılarla, mutantlarla ya da kötü kalpli Almanlarla yaptığımız ve çok da arkadaşça olmayan, uğruna üüü-ü, neler neler feda ettiğimiz bu haklı mücadelede en güvendiğimiz yoldaşımız, en büyük yaptırımımız, sırdaşımız, gururumuz şururumuz olan silahlar arasında şüphesiz ki sağ elimizden sonra en önemlisi Gravity Gun. Tartışma istemiyorum. İçinizde kalmasın diye sağ alta bir anket koydum, fikrinizi belirtebilirsiniz ama gerçekten umrumda değil!!1

Mükemmel bir giriş yaptığımın farkındayım ama lütfen, dikkatinizi bir süreliğine daha yer çekimi kavramı üzerinde yoğunlaştırmanızı rica ediyorum. Efendim, genel tanımıyla yer çekimi, yerin bizi çekmesi durumudur. Bu ölümcül ve korkunç düşman bize daha çok küçük yaşlarda ebeveynlerimiz tarafından "Evladım yere oturma, taş çeker" gibi söylemlerle anlatılmaya çalışılmış olup, her yıl hayatını kaybeden bazilyonlarca insanın büyük ihtimalle %82'si falan yer çekiminden ölür yada kısa kalır. Bugünkü konumuz olan Rochard adlı oyun da söz konusu zilyarların hayatıyla oynayan, asla uyumayan ve azı da çoğu da zarar olan bu evrensel düşmanla mücadele üzerine kuruludur.


Finlandiyalı Recoil Games tarafından yapılan ve 2011 yılında pek çok ödül alan Rochard, platform tabanlı oyunların hala iş yapabildiğini göstermekle beraber geçimini Formula 1, Rally'ler, kamyon şoförlüğü ve metalcilikten kazanan Finlandiya'nın isterse vidyo oyunlarından da para kazanabileceğini cümle aleme ispat etmiştir. Sistem gereksinimleri oldukça düşük olan oyunu çalıştırdığınızda sizi kısa bir giriş filmiyle birlikte Poets of the Fall adlı yine Fin ve vokalistinin muhtemelen gay olduğu grubun yaptığı muhteşem theme song karşılar. Gerek theme song'da gerekse oyunun genelinde hakim olan Western "kültürü" bir kısmınıza Starcraft II yada daha spesifik olarak Tychus Findlay'i çağrıştırabilir ama çağrıştırmayabilir de. Astroidlerde,  vücudumuzun güneş ışığı görmeyen yerlerinden uydurulmuş bir takım elementleri, madenleri arayan Skyrig şirketi bünyesinde çalışan madenci grubunun lideri olan Rochard'ı canlandırdığımız oyun (astronomik isim tamlaması), türü tükenme tehlikesiyle karşı karşıya kalmış 2 boyutlu bir puzzle-platform olsa da akıllara zarar silahımız Gravity Gun G-lifter'ın (Helga) ve oksijenin yetersiz, yer çekiminin ise oldukça düşük olduğu bir ortamda yazıldığı bariz olan senaryosuyla... ııı... sizi eğlencenin doruklarına falan çıkarır. Yaklaşık 10 saat süren bu oyun zevkinin sonunda "Yahu ben buraya çıktım ama nası inicem trololol" diye kendi kendinize düşünmeye ve "Şimdi bi tüp Helyum olsa ne güzel olurdu" diye söylenmeye başlamışken devam oyununun geleceğine dair ipucuyla, çıktığınız o dorukta kalmaya karar vereceğinize eminim. Oyunun zorluk derecesinden de bahsetmek isterdim ama öyle bir şey malesef yok. Eğer oyun size başlarda kolay gelmişse 6 saat sonra da kolay gelecek, yok eğer zor gelmişse 6 saat sonra da bilgisayarınızı parçalamayacaksınız. Oyun bu açıdan lineer fakat neden veya nasıl bilmiyorum, kesinlikle sıkıcı değil. Her şeyden önce g.tlü göbekli, köşebent çeneli, bıyıklı, redneck mi redneck bir madenciyi canlandırdığınız ve her şeye rağmen Rocket Jump yapabildiğiniz bir oyunda sıkılmanız bence zor. Çoklu oyuncu desteği bulunmayan Rochard'ın, genelde kendi kendine eğlenmeyi bilen *öhhö* oyuncu kitlesi tarafından yadırganacağını da düşünmüyorum. Bu intergalaktik yazıma burada son verirken sizleri Rochard Theme Song Grinder's Blues ile başbaşa bırakıyor.. öf gidiyorum!

     
Rock Hard!

Tuesday, April 24, 2012

Diablo III: Open Beta


"The Evil is Back" tagline'ıyla 15 Mayıs'ta piyasaya çıkacağı duyurulan, serinin son oyunu Diablo 3'ü en nihayetinde Open Beta'da test etme başarısına nail oldum. Burda asıl önemli olan, oyunu test edebilmiş olmam değil, artık gerçekten [Kabak] tadı veren World of Warcraft dışında oyalanabileceğim "yeni" bir oyun bulabilmemdi. Yoksa Blizzard bizzat açıkladı "Ya beyler anladık çok baydınız WoW'dan ve yeni bi şeyler bekliyosunuz ama srsly, çok abarttınız bu Diablo'yu. Taam güzel oyun ama yani nası desek, gözünüzde büyüttüğünüz kadar da değil.. ha ama yine alın oynayın evet." ve gerçekten de dediği gibiydi. Bu bağlamda Blizzard'ın verdiği "sözün" arkasında durduğunu söyleyebilirim ama "yeni" bir oyun bekliyorsanız, çok üzgünüm, yanlış yerdesiniz.

Öncelikle şunu belirtmem lazım, hack & slash herkesin sevdiği yada sevebileceği bir tür olmayabilir, kabul fakat Diablo I ve II'yi oynamış ya da en azından bir fikir edinebilecek kadar izlemişseniz, Blizzard'ın Diablo II'de -ve genişleme paketinde- Diablo I'in üzerine pek çok şey koyduğunu kabul edersiniz. Fenerbahçe mantığıyla düşünelim (oluv), D1'de 3 class varken, D2'de 5 class vardı ve hatta bunu genişleme paketiyle 7'ye çıkardılar (bkz. Üçün beşin hesabını yapav hale gelmek). D1 tek bir mekan (kısaca "köy" diyovuz, kafalav kavışmasın) ve aynı katedralin muhtelif (-)12 katında geçerken, D2 4 farklı köyde ve bazilyon tane farklı dungeon'da geçiyordu. Blizzard serinin ilk oyunu olan D1 ile 1996'da çığır açtı, 1999'daki ikinci oyunla o açtığı çığırı bir kaç basamak yukarı taşıdı ve 2001'de genişleme paketiyle de -görünüşe göre- açtığı çığırı kapadı. Gerçekten, D3 modern grafikler dışında elle tutulur hiç bir yenilik getirmeyen aksine, olan yenilikleri de alıp götüren, sığ ve monoton bir oyundan daha fazlası olmamış, olamamış. İşin daha da vahim tarafı, pek çok oyuncu tarafından "fazla renkli" olmakla suçlanan yeni grafikler dışında ele yüze bulaştırılmış bir Arena var (yok) ve bu adamlar D3'ü 4 sene önce duyurdular, 4 (dört)!! Literally, dünyanın parasını kazanan bir şirket nasıl olur da böylesine sıçar batırır, bünyesinde barındırdığı grafikerler nasıl olur da HALA şu lanet anime trendinden kurtulamaz, hangi yüzle oyuna gerçek paranın da kullanılabildiği bir "açık arttırma evi" koyar, nasıl olur da artık gına getiren şu "Witch Doctor" "Demon Hunter" gibi etiketlerden başka bir isim türetemez, nasıl böylesine aciz kalır aklım almıyor (lan)! Sinirlendim, durun bi.

Efem, oyuna girdiğinizde WoW'dan da tanıyacağınız bir ana menüyle karşılanıyorsunuz ve single player oynamak isteseniz bile neden Battle.Net hesabınız ile giriş yapmaya zorlandığınıza bir anlam veremiyorsunuz. Neyse ki internet bağlantınız ve bir B.Net hesabınız var. Bu adımı kolaylıkla ve üzerinde fazla düşünmek istemeden geçiyorsunuz. Karekter yaratma ekranında taaaaaam 5 seçeneğiniz var, işbu:

Barbarian: Az önce dediğimi yapıp "Niye login oluyoruz ya?" diye düşünmemişseniz seçmeniz gereken class Barbarian. Samimi söylüyorum, oynarken kesinlikle düşünmeniz gerekmiyor, mouse'unuza sağlı sollu tıklayıp arada sırada da klavyeden 1'e 2'ye basarak, hadi 3 de olur, göze çok hoş gelen, hiç bir zeka pırıltısı içermeyen ve oldukça şiddet içerikli haraketler yapıyor ve amacınız her neyse ona ulaşıyorsunuz. Bembeyaz bir teniniz ve kapkara bir sesiniz var. Bugün doğan Barbarian'lar için, erkekse Haydar, kızsa Kadriye isimlerini kullanabilirsiniz, benim için bir sakıncası yok.

Demon Hunter: Güzel kız ama bir Illidan değil. Diablo 2'deki Amazon ve Assassin yeteneklerini tek bir sınıfta toplamışlar, Torchlight I'deki Vanquisher'ın dual-wield hand-crossbow olayını eklemişler, deriyi giydirip kırbacı almışlar ve ta-daa, nur topu gibi bir DH olmuş. Erkek DH'lerde, gün ışığı girmeyen yerlerde yaptıkları ağır iş ve E vitamini eksikliğinden kaynaklanan ciddi duruş bozuklukları olsa da kadın DH'lerde (of çok kötü oldu) böyle bir sorun söz konusu değil. Topuklu ayakkabılarla çok uzağa gidemiyorlar fakat -eh- pek ihtiyaçları da olmuyor aslında. Sonuçta uzaktan pew pew, yaklaştığı zaman hopla zıpla, çelme tak, takla at,  bomba at falan.. hop, ofsayt!

Monk: Ya da Mank. Aksanınıza göre değişir ama srsly Blizz, ya yetmedi mi, baymadı mı artık şu doğunun en uzak yerlerinden gelip, en uzak derken yani bir yere kadar tabi, olayı abartıp kendinizi İtalya'da bulmayın sonra.. bayağı bir doğudan ama, böyle doğuya doğru o kadar çok gideceksiniz ki, "Ya daha gelmedik mi amk doğusuna!" diye kendi kendinize homurdanıp gözlerinizle ufku tararken o kadar kasıcaksınız ki o gözleri, artık bi yerden sonra öyle kasık (?) kalıcaklar, bilin ki artık doğudasınız.. ne diyordum? Ha, işte dopdoğudan gelip alayını tokat manyağı yapan yorgun, vakur, az konuşan, konuştuğunda da kimsenin bir bok anlamadığı ve oldukça kel "kahraman" klişesi yetmedi mi? Klişe diyorum artık çünkü WoW'a da bunları gotik ayı kisvesi altında koydun zaten (bkz. Panda). Birinden kaçıp ötekine mi yakalanıcaz illa, bu mudur? Diablo diyorsun, demon diyorsun, iblis mendebur mikrop diyorsun ve sonra kalkıp bunların hepsini pata küte dövsün diye monk adında THAC0'lara zarar, oldum olası nefret ettiğim bu bedevîleri getiriyorsun. Fak yu. Bütün bunlar dışında nedir monk? Efem Diablo 2'deki çifte kavrulmuş Paladin ile teşhirci Assassin yeteneklerinin bir sınıfta toplanmışına monk denir, bitti.

Witch Doctor: Boka dikilecek aklı yokken sırf anası istiyor diye random bir tıp fakültesini kazanıp, eğitiminin 5. yılında hala kadın anatomisi hakkında hiç bir şey bilmediğini farketmesinin ve buna ek olarak hala inkilap tarihinde hocanın kendisine taktığı şeklindeki ciddi iddialarının kimse tarafından kabul görmemesinin ardından isyan edip okulu bırakan doktor aday adayına dilimizde Witch Doctor denir ama oyundaki tipine bakınca "Hadi lan, Dhalsim bu." da diyebilirsiniz (bkz. Her gördüğü yamyama Dhalsim demek). WD'ların ciddi sorunları vardır, ateşle yaklaşılmaz. Ellerde siyatik, gözlerde istemsiz kas hareketleri, ağızda apse, kafada kellik ve tahta eksikliği bunlardan sadece bir kaçıdır. O sebeple dalga geçmeyin, çarpılırsınız. Kendisinde D2'deki Necromancer (adı yeter) karizmasının zerresi yoktur. Aciz, şabalak ve komiktir. Hiç arkadaşı olmadığı için arkadaşlarını genelde ölü köpek cesetlerinden, kurbağalardan, yarasalardan falan kendi yaratır. Parası da olmadığı için geçimini zehir tacirliğinden sağlar. Nerde itlik kopukluk serserilik ordadır bu Witch'imin Doktor'ları.. sgre!

Wizard: Fire lightning frost mor ışık (arcane), caz böz, loot. Bildiğiniz wizard yani. Erkekleri Gandalf karizmasına sahip olmayabilir ama en az Ian McKellen kadar gay'dir ve üstelik boyunları kırık olduğundan kafalarını ancak sol omuzlarına koli bandıyla yapıştırarak kadroya dahil olabilmişlerdir. Düz bir hat üzerinde koşamazlar ve genelde sola seyirtirler. Kadınlarının gözleri çekiktir ve gülerken göremedikleri için mutlu bir wizard kadınla yanyana görev yapmanız sağlığınız açısından olumsuz sonuçlar doğurabilir. Kuş kadar canları vardır ama uçamazlar. Manası biten Wizard'a Checkpoint denir.


Kendinizi rahat hissedeceğiniz class'ı seçtikten sonra dikkatinizi ilk çekecek olan şey obviously grafikler. İddia edildiği gibi TASTE THE RAINBOW tadında değil, gayet..ııı.. kıvamlı. Alıştığımız arayüz de büyük oranda korunmuş, haritanın sağ üst köşeye alınması ve eee.. haritanın sağ üst köş.. arayüz güzel. D2'deki her yerinden boy boy şişe sarkan kemerden kurtulmuşlar, onun yerine skill bar gelmiş, bu kısma dönücem. Oyunda ilerledikçe ihtiyacınız olan deneyimi size daha önce de ölmüş olan deneyimli zombiler fazlasıyla kazandırıyor lakin bir süre sonra cansız bedenlerin etrafta oldukça garip hareket ettiğini düşünmeye başlıyorsunuz. Hayır, zombilerin garip yürüdüklerinden değil, fizik motorunun abuk subuk olduğundan bahsediyorum! Fiske vuruyorsunuz, hani "Hurşit naber lan, ölmüşsün bakıyorum.." diyip yanağa çap-çap yapmak istiyorsunuz ama Hurşit daha ilk "çap"ta Lut Gholein'e kadar uçuyor! Arkada da Russell Brower tarafından yapılmış olsa da Wagner'i çağrıştıran müzik olunca kendinizi John Woo filminde hissetmeniz işten bile değil. "Hayır ben hissetmedim" diyenler mouse'larını bırakıp çıkabilirler. Önceki sürümlerdeki gibi sıralı görevler şeklinde ilerleyen oyun boyunca (evet, ünlemi gördüğünüz an çok kötü şeyler olacağını bileceksiniz) güzel olan şeyler de var, yok değil. Blizzard'ın Torchlight'tan arakladığı "para parayı çeker" sistemi güzel. Eskisi gibi yerdeki altınları almak için eğilip gecenin köründe her yeri ceza sahası olan ıssız bir ormanda kusurlu hareketler yapmanıza gerek yok, altınların yanından / üstünden koşmanız yeterli. Aynı şey item'lar için geçerli değil tabi lolz. Her yeri buram buram powerplay kokan oyunda daha da ilerledikçe artık mecburen level atlıyorsunuz, o konuda yapacak bir şey yok. İşte bu kısım ilginç çünkü (Birand gibi oldu) level atlayınca eskisi gibi dağıtacağınız 5 stat puanı ve 1 skill puanınız artık yok. Blizzard hani "herkese göre oyun" yapacak ya, "Siz o puanları yanlış dağıtırsınız şimdi, sonra bi ton bıdı bıdı, durun biz yapalım" demiş ve kimi oyuncuyu bir angaryadan kurtarırken, kimi oyuncuyu ise character customization zevkinden mahrum bırakmış. Oyundaki yetenekleriniz belirli seviyelerde otomatik olarak geliyor, siz sadece "tamam" diyip gözlerinizi kırpıştırıyorsunuz. Stat'larınız otomatik olarak her seviyede artıyor, siz hiç bir şey dağıtmıyorsunuz, SONRA BİZ TOPLUYORUZ!!1 Bu açıdan bakıldığında evet no-brainer lakin şunu da belirtmem lazım, yeteneklerinizi değiştiren yada onlara yeni özellikler ekleyen Rune Stone'lar ile beraber oyundaki yetenek kombinasyonları sayılamayacak kadar çok, bu güzel.

Beta test, level 13 ve Skeleton King ile sınırlanmış olsa da karakter ekranındaki detaylı istatistikleri göz önünde bulundurursak D2'ye nazaran daha çok stat ile karşı karşıya kalabileceğinizi söyleyebilirim. Crit chance, Crit damage, Block, Dodge gibi stat'lar veren item'lar gelebilir. Şimdilik farklı olarak sadece yerdeki gold ve health globe'ları daha uzaktan alabilmemizi sağlayan stat'ı görebildim ve bu stat'ın en azından Light Radius'tan daha "işe yarar" olduğu lakin oyuna iyiden iyiye arcade görünümü verdiği kesin. Class spesifik item'lar dışında yine her class neredeyse tüm silah ve zırhları kullanabiliyor. Arena sisteminin de bir gün dahil edilmesiyle beraber (Blizzard "Beyler biz vazgeçtik zaa xd", diyebilir de, yapmadığı iş değil) D3'e de Resillience gelir mi bilmiyorum. Gelirse şaşırmam ama kızarım. Çok.

Her ne kadar oynanış spamfest şeklinde ve Torchlight ile mukayese edilse bile, Torchlight gibi aşırı kolay değil, en azından ölebiliyorsunuz. Eskisi gibi lıkır lıkır health potion içemiyorsunuz, artık cooldown'ı var. Diğer taraftan, mesela şurdan, mob kestikçe spawn olma ihtimali olan health globe'larla bu potion açığı kapatılıyor. Oyunu, en azından ileride zorlaştıracak en önemli etkenlerin başında bence bu var. Eğer mob kesemez yada kesseniz bile globe spawn olmazsa ve damage almaya devam ederseniz ölmeniz kaçınılmaz olur. Buna ek olarak Town Portal ve Identify Scroll'lar oyundan kaldırılmış. Her ikisini de kendiniz yapabiliyorsunuz, Deckard'a kapak olsun, ölemedi gitti buruşuk! Town Portal kullanmak eskisi gibi sadece bir "zvöeei" ile olmuyor, channel etmek zorundasınız. Yani hareket edemiyor ve instant portal açamıyorsunuz. Bu sistem D2'de olsaydı heralde kimse Duriel'den ötesini göremezdi, başarılı. Öldüğünüz takdirde -ki hepimiz ölücez- eskisi gibi don-paça cesedinize koşmuyor, en son ulaştığınız checkpoint'ten -ekipmanınızla beraber- devam ediyorsunuz. Oyunda ulaşım kolaylığı sağlayan Waypoint'ler hala var ve kişisel Banner'lar dolmuş görevi görebiliyor. Oyunun diğer zorluk seviyelerinin can yakacağına eminim çünkü knock back, pull, stun, DoT gibi Diablo evreninde yeni olan mekanikler var. Diğer taraftan Arena'yı "yetiştiremeyip" rezil olan Blizzard bu sistemi dahil ettiğinde oyun daha oynanabilir hale gelebilir, sabaha kadar o zombi senin bu demon benim koşturup duracağınıza arenalarda birbirinizle şakalaşabilirsiniz. Bu sistem olmadan oyunun oldukça yavan olduğu aşikar değil mi Sebastian? Evet.


Artık World of Warcraft'ta elindeki tüm hikayeleri bitirdiğini iyice belli eden Blizzard, yeni ekmek kapısı için  şimdi Diablo 3'e yöneliyor. Sanctuary adlı bir dünyada geçen Diablo serisinin önceki oyunlarında bu dünya, kahramanları ve hikayeleri hakkında pek de bir şey anlatılmazken, Diablo 3 ile ilk defa resmî olarak Sanctuary dünyasının haritası yayınlanmış, yerleşim yerleri, ırkları ve önemli olayları hakkındaki kısa hikayerler çeşitli kahramanların sesiyle oyuna konulmuş. "Nıııı, siz bilmiyonuz amaa aslında bu dünya çok eski, büssürü olay var! Var ya aklınız durur, hepsini anlatsam o-hooo.." demeye çalışan Blizzard, yazmakta oldukça zorlandığı, aslında kendilerinin de ne yaptıklarına dair pek de bir fikirlerinin olmadığı havasını çeşitli BlizzCon footage'ında gevelediği bu Lore'u yavaş yavaş bünyelere zerk etmeye başlamış. Bence güzel.. ama o Carrion Bat adlı "kötü kalpli yarasa"lara DA bir background yazmasına /facepalm yapmadan duramadım. Hayır aklınızdan ne geçiyordu en ufak bir fikrim yok. Tamam hede hüdü demon'ına, bilmem ne kuşatmasına, lesser evil'lara bir şeyler yazarsın, anlarım da, yahu götü boklu yarasaya da "lore" yazılmaz ki, mal mısınız!

4 yılda bir kaç tane copy-paste class, 3-4 tane yeni cinematic ve bir kaç farklı "mana sphere" ile Diablo 3 adı altında karşımıza çıkan Blizzard'ın gittikçe çaptan düştüğünü, iyice vasatlaştığını ve Activision adına çalışan, siyah takım elbiseli ve güneş gözlüklü bir kaç kötü adam tarafından iyiden iyiye ele geçirildiğini düşünüyorum. Beklentilerin ÇOK altında (hayır, oyuncuların beklentisi ÇOK yüksek değil) bir oyunla dönüş yapmış. Mevcut oyun, gerek yaratıcılıktan uzak içerik, gerek 4 kişiyle sınırlanmış multi player seçeneği ve gerekse Auction House saçmalığı ile uzun süre vakit geçirilebilecek bir oyun olmaktan çok uzakta. Benzer bir oyunu, daha "şeker" grafikler ve daha yaratıcı seçeneklerle çok daha ucuza satın alabilir ve en kötü senaryoda bile Diablo 3'ün şu halinden daha fazla oynarsınız. Her ne kadar çok yavan olsa da, Blizzard belki bir şekilde oyunu toparlayıp hak ettiği ve kendine yakışan yere getirebilir. World of Warcraft aceleyle çıkarılmış, her yeri hatalarla dolu ve level 60 cap ile çıkarılmış bir oyunken (hint) sadece rakibi olmadığı ve Blizz en azından bir dönem iyi çalıştığı için 11 milyona ulaşabilmeyi başardı. Aynı şey Diablo 3'te olur mu ya da olursa ne zaman olur bilmiyorum, her şeye rağmen umut vadeden bir oyun olduğunu düşünüyorum. Tam sürümünde görüşmek üzere.

Zvööeei. Fup!