Wednesday, October 13, 2010

Please Loading: Starcraft 2

Please

Starcraft II: Wings of Libery campaign'ini 2 defa oynayıp bitirmiş ama bi yazı yazmamış sevgili arkadaşım Byb'ye adanmıştır.

Wednesday, September 8, 2010

Idiocracy


Çok büyük umutlarla izledim idiocracy'yi. İsmi, konusu, anlatılanlar öyle cezbetmişti ki, çünkü konusu olan ortamın içindeydim bir ara dibine kadar. Şimdi de çok düzelmiş değil durumum ama the end is nigh sevgili okurlar. 2006 yapımı filme 6.4 vermiş imdb, genelde "hazzektirin gidin, ne anlarsınız siz Zinemandan, Zul'amandan" diye ağzı bozuk bir atilla dorsay'a dönüşürüm sevdiğim bir filme düşük not verildiğini gördüğümde ama..ama bu sefer "canım kanımsınız, bundan sonra kankamsınız" demekten alıkoyamadım kendimi imdb yorumcularına. Film kesinlikle kötü değil, ama keskinlikle de iyi değil. Belki de ben çok büyük beklentiyle izledim.

Konu, deniz milince şu, amerikan ordusu ileride büyük adamlara ihtiyaç duyulur endişesiyle bir proje başlatır. İnsanları bozulmadan saklayacak kabinler yaparlar ama denek için iki tane alabildiğine ortalama tip kullanırlar. Biri ordu kütüphanesinde görevli joe, ve dişi olarak orduda ortalama birini bulamadıklarından özel hizmetten (!!!) Rita. Bu iki vatandaş bir yıllığına uykuya daldırılır, ne var ki bir yıl sonra değil, 500 sene sonra uyanırlar. Dünya da insan nüfusu devamlı artmışken, toplam zeka sabit kalmıştır(bunun sebebinin açıklandığı kısım muhteşem). Filmimiz işte bu noktada, günümüzün ortalama insanlarının kendilerini geleceğin gerzeklik cennetinde bulmalarıyla başlar gibi yapıyor. Filmin kısırlığı burada başlıyor, çok kısa. Tam girdik konuya derken bitiveriyor. Ne güldürmeyi ne düşündürmeyi sığdıramamış. Olaylar daha dallanabilip budaklanabilecek siyah arkaplan üzerinde beyaz yazılar akmaya başlıyor. Her ne kadar şahane toplumsal gerzekliklere yer yer örnekler verilse de(futurama tadında), insan daha fazlasını arıyor. Espriler konusunda da çok tatmin edici değil, izlerken biliyorsunuz ki bu konudan sizi altınıza sıçırtabilecek şeyler çıkabilirdi, hem de eleştirel yönünü kaybetmeden. Yine de kötü değiller, sıkılarak izlemiyorsunuz filmi.

Filmin en iyi ve hakkıyla yaptığı şey eleştirmenliği. Bence o yüzden pek ses getirmedi zaten. Amerikan cahilliği ve tüketiciliğini çok güzel sunuyor kanımca. Ama filmin bu yönü, bir komedi filmi izlerken almanız gereken zevki alamadığınız için içinizde kalan ukteyi söndürmeye yetmiyor. Kadro bu film için çok uygun, hele ki Dax Shephard'ın konuşmasının hastası oldum. Ne var ki bu filmin kısıtlı başarısından bu herifi sorumlu tutma hakkına sahibim. İstersem yazdıklarım hakkında deli kullanılabilir. Delinin suratını duvara sürtmek suretiyle çıkan kıvılc.....ehem ne diyoduk...hah bu herifçioğlunun Let's Go The Prison filmi de çok güzel başlayıp, çok orjinal fikirlere sahip olup insanı yine birşeyler eksik hissi ve kuduz koalalarla bir kuyuda yalnız bırakıyordu (bu nasıl bir kalıptır ya, "beni aliyle yalnız bırak", salak ali varken yalnız olmazsın, hem neetçen bakiim sen aliiylen?? dedirtesi geliyor).

Alınacak ders şu ki, 90 dakikalık ortalama bir eğlence isterseniz, çok da ümitli olmadan bu filmi izleyerek bu amacınıza ulaşır, yanında promosyon verilen sosyal mesaja da 'oo nerden beleş oraya yerleş' edasıyla zevk ülen yanaşabilirsiniz. Ha eğer 150 dakikalık tam bir eğlence isterseniz, aynı oyuncuları, aynı konuyu ve aynı seti bana ve ekibime verir, bir 6 sene beklersiniz. Önce bir iletişim okuyup gelcez de!

Thursday, August 26, 2010

Ain't No Rest For The Wicked

Eski oyungezerlerden birini karıştırırken rastladım Cage The Elephant'a. Tarzlar konusunda her zaman kararsızlıkta kaldığım için alternatif deyip geçeceğim. Güzide grubumuzun piyasada ki zilyonla gruptan ne farkı var, şudur ki efenim Borderlands'in açılış videosunda Ain't No Rest For  The Wicked adlı parçalarının yer alması. Daha da önemlisi bu bağlayıcı girişle hem Borderlands hem de steam hakkında yazabileceğim.
CtE, dinlemesi gayet zevkli, söz olarak harikalar yaratmasalar da bir ankara türküsü kıvamında da değiller(dongidi dongidi). Kısaca ne müzik ne de söz olarak yeni birşeyler kattıklarını söyleyemem ama varolanı gayet güzel icra ettiklerini söyleyebilirim. 2008 de ilk albümlerini çıkaran amcalar, o zaman dan beri birtakım tur/konser ve 4 de single etmişler. Ain't No Rest For The Wicked, The Bounty Hunter filminde de kullanılmış ayrıca. Yeni albümün bu sene içinde gelebilirmişmişmiş. CtE ile ilgili kısmımız kulak memesi kıvamına gelene kadar, diğer harçlarımızı katalım yazımıza.
Aylar sonra Borderlands yazmanın sebebi ise, geçen hafta içinde, steam'in hafta ortası etkiliği çerçevesinde 30 dolardan sattığı oyunu %66 indirimle 10 dolardan vermesi. Aynı indirim, oyunun 3 indirilebilir içeriği içinde geçerliydi. Dolayısıyla benim gibi steam sevdalısı olan ve wishlist'inde Borderlands bulunanlar bayram etti. Evet itiraf ediyorum:
I LOVE STEAM!
Steam bunu hep yapıyor zaten, sık sık bizi çıldırtıyor. Yazın başında yaptığı büyük indirim zaten aklımızı almıştı. İndirimsiz bile gayet ucuza gelen firmaların toplu paketleri, bu indirimde gözümüzden yaş getirecek fiyatlara inmişti. Mesela 1500 bazilyon oyun içeren THQ paket 49.99 dolardı ve kimilerimiz, diğerlerinin alacak parası ver mıdır, ben alırım da onların biryerleri şişer mi diye hiç düşünmeden aldı bu paketi, sonra görmemişler gibi tüm oyunları yükleyip 1 saat oynayıp bıraktı. Biz de kedinin kasap camında saçlarını taraması misali izlediydik bu trajediyi steam'in arkadaş etkinlikleri kısmında. Evet itiraf ediyorum:
I HATE BYB, THE TERBİYESİZ!
Steam'i daha önce duymayanlar için ilk önce dramatic look atıyoruz(INincaaa). Steam, Half Life ve Team Fortress efsanelerinin yapımcısı Valve tarafından biz oyunseverlerin hizmetine sunulan, bir online oyun dağıtım ve oyun topluluğu hizmetidir. Steam'in minnacık bir programcığı sayesinde hem arkadaşlarınızın steam üzerinden oynadığı oyunları görebilir, onların oyunlarına katılabilirsiniz ve oyundayken bile mesajlaşabilirsiniz Xfire ve GameSpy Comrade gibi. Bunların da ötesinde achievement'ları görüp karşılaştırabilir, yapamadıklarıyla dalga geçebilirsiniz. Steam'in asıl gücüyle, neredeyse piyasanın tüm sağlam firmaların oyunlarının çoğunu dijital olarak dağıtması(Hala bir iki dev steam'le anlaşmamış durumda ki, onlar da kendi çevrimiçi oyun platformlarını kuruyorlar, bakınız May God Bless Blizz).
Steam'in öncülüğünü yaptığı ve artık bir çok farklı platformun da çok yakında peşinden geleceğini bildiğimiz çevrimiçi oyun dağıtım servislerinin ne gibi avantajları var derseniz ben size hemen bir bira ısmarlar ve kendim de çikolata değil afiyetlen çukulata yerim(çikolata da neymiş, de git sevimsiz şey). Neden diye sorma, işte öyle birşey. Bu işin hem satıcıya hem de oyuncuya faydası çok. Ne var ki işin kapitalist yanı yani dağıtımcı benim zerre umrumda değil, very very in my penis! Adam gibi oyun yapsınlar yeter. 
Oyuncu için faydaları ise say say bitmez, şifa şifa. Herşeyden önce yapılan kampanyalar, uzun deneme süreleri, ücretsiz oyunlar (Alien Swarm gibi) ve indirimler yeter. Bunun yanında aldığınız oyunların dijital olması, mekan değiştirirken sizi yanınızda dvd, harddisk taşıma gibi dertlerden kurtarıyor. Herhangi bir yerde internetten steam sunucularına bağlanıp, hasabınıza bağlı oyunları inanılmaz hızlarla indirebilirsiniz(1mbit bağlantıda 120kb download hızı görürseniz şaşırmayın). Halen bizim ülkemiz için çok pratik gibi gözükmese de, bence muazzam bir olay bu. Kurulum derdi de olmadan, inen oyunlar oynamaya hazır olarak geliyor.  Oyunların dijital olması, üreticilerin üzerindeki yükü de azalttığından, bunlar bize hep indirim/kampanya olarak geri dönüyor. 
Steam üzerinden sevdiğiniz oyunları/firmaları takip etmek de çok kolay. Arayüzü gayet başarılı. Bu sayede çıkacak olan yeni oyunları, pre-purchase olanaklarını, ücretli/ücretsiz DLC'leri, videoları kaçırmıyorsunuz, gözünüze gözünüze sokuyor zaten. Kendi içindeki forumlarını ve teknik desteğini de unutamam. Bu paragraftaki ve daha nice (aslında oyun oynamak ve indirmek haricindeki) özelliklerinden faydalanmak için de programı bile kurmanıza gerek yok, steam'in sitesinden de yapabiliyorsunuz.
Steam'in en sevdiğim yönlerinden biri de bağımsız oyunları da dağıtması. An itibariyle 10 dolar altı 652 oyun ve 5 dolar altı 206 oyun barındırmaktaydı. Bunların çoğu bahsettiğim bağımsız oyunlar. Steam ve benzeri bağımsız oyun dağıtımcıları sayesinde hem ufak bütçeli ama şahane oyunlara ulaşmamız kolaylaşıyor, hem bu oyunları yapan ufak çaplı firmalar kendilerini daha rahat tanıtıyorlar, tanınıp semiriyorlar, büyüyorlar, yüksek bütçeli şahane oyunlar yapıyorlar. Tabii ki de şaka. Bu 10 dolar altı oyunların bir kısmı eski klasikler (Deus Ex gibi mesela). Benim gibi grafik aramayan ama kalite isteyenlerdenseniz buyrun sizinle şöyle bir kahve içelim ve X-COM: Deep From Terror oynayalım, lük lük lük ftw.
Özetle her oyun oynayanın olmasa da oyuncunun (IHardcore) edinmesi gereken bir şey steam. Ki yakında, steam benzeri paltformlardan en az bir üj bej tanesi daha, bilgisayarımızın daimi uygulamalarından olacak gibime geliyor.
Neyse efenim, yeterince reklam ettikten sonra steam'i, gelelim Borderlands'e. İşte steam'den biz de 1500 bazilyon oyun alamamış olsak da, arada böyle Borderlands gibi online desteği olan oyunları kaçırmamaya çalışıyoruz. Bu arada söylemiş miydim bilmiyorum:
I REALLY HATE BYB, I HATE YOU DEEPLY THROATLY!
Borderlands, biraz steam punk'vari, biraz post apocalyptic'imsi bir evren olan Pandora'da geçen bir first person hack'n'slash, yani FPH'n'S. Mizah öğeleri bolca kullanılan, ateşli silahlarla pat küt kol kafa kopardığınız bir oyun. Uzun uzun anlatmayacağım, zaten oyunu orjinal edinmemin gazıyla yazıyorum bunları. Yoksa single kısmını yalayıp yutanlar, çoktan ellerinde tüyleriyle lavabolarından geri döndüler. Oyunun grafikleri, aksiyonu zartını zurtunu geride bırakan en güzel yanı, PC oyunlarının şimdiye kadar görmezden gelip, konsol oyuncularının köşe başlarında biz PC'ciler tarafından tekme tokat dayak yemelerine sebep olan co-op olayı. Evet itiraf ediyorum:
I WAS JEALOUS OF CONSOLERS BECAUSE OF COOP GAMES, UNTIL BORDERLANDS!
Bir Gamespy ID aracılığıyla arıyoruz kendi seviyemize uygun bir oyun, giriyoruz efem akabinde 4 kişiye kadar, 4 farklı karakterden birini seçip phew phew bang bang taratatatara bam güm efektleri eşliğinde o loot senin bu loot benim yuvarlanıp gidiyoruz. Seviye atlayıp, bir tane olan aktif özelliğimizi ve diğer pasif olanları geliştiriyoruz. Bu sırada zilyonla loot ve ceset berimizden yaşlı gözlerle bakıyor. Canımız sıkılırsa da takım arkadaşımızı arkasından melee şekilde dürterekten(!?!) onu düelloya çağırabiliyoruz. Suratına eldiven çarpmaktan çok ama çok daha tatminkar bir yöntem. Düello kesmezse arena filan da var ama, daha iş güçten gezinmekten deneme imkanını bulabilmiş değilim.
Olur da dürtmek dürtülmek isterseniz Gamespy ID'im TaintNoMore. Kesen kalın, kesilmeyin.
i hate you byb

Monday, August 9, 2010

Süzdür bizi ey Gondoliyer, Pewpew etmeyi de unutma...

Dün gece Arman'la Styx nehrinde gondola bindik. Charon isimli gondoliyer (sıktım belki tutar, Gondoliyer: Gondol şoförü) bizi nehirden aşağı süzdürürken sıkılmış olacağız ki "I'm teh king of teh World"den tut, "La dur burun'da (Bilmeyen arkadaşlar için geminin önü "burun", arkası "kıçıdır", tıpkı insanlardaki gibi lulz) poz vericem, ss al!"a kadar her türlü şebekliği yapmamız, ve bence asıl nedeni kayığın götünde kalmanın verdiği eziklikten dolayı Gondoliyer Charon ikimizi de kürekle bayıltana kadar dövdü. Pis adam. Espri anlayışı da yok, kendine yakışanı da giymemiş. Bütün bunları dün gece rüyamda görmüş olmamı dolmuşta hatırlamama ne tür bir serbest çağrışım sağladı hiç bir fikrim yok, olsun da istemiyorum. 40 yılda bir rüya görüpte hatırlamış olmanın verdiği bir enteresoanlık var zaten.

Aslına bakarsanız Arman, ben ve gemilerle ilgili ilk rüyam da değil bu, liek wtf Arman, ben ve gemiler kulağa inanılmaz ghey geliyor. Diğerinde dev uçan (da's right bitchez, UÇAN! bulutlar falan fişmekan) bir kalyondaki yerçekimsiz ortamda laser-tag oynuyorduk (Bkz; Şekıl A1 + Şekıl A2)

Şekıl A1


Şekıl A2


Niye? Neye dalalet? No fucking clue.

Saturday, August 7, 2010

Starcraft II Bootskins

Malum uzun zamandır beklenen Starcraft II çıktı. Her ne kadar Warcraft'ın aksine Starcraft fanatiği olmasam da zamanında bu oyun için Bootskin yapmışlığım vardır, paylaşayım diyorum evet. İşbu:




Bilmeniz gerekenler:
- Her 3 bootskin de Windows XP için, Vista (lol) yada W7'de çalışmazlar fakat vakit bulduğumda W7'ye uyarlamaya çalışıcam.
- Bootskin programı'nın XP'de çalışan versiyonu yapımcının sitesinde yok (sanırım), google'a bi sorun. O da olmazsa bana e-mail atın (galvorned@gmail.com)
- Download linklerine tıkladığınızda bootskin'lerin sayfası açılıcak, asıl download link'i açılan sayfada sağ üsttedir efem.

Enjoy.

Wednesday, July 28, 2010

Another Flamethrower, Another Awesomeness

Aslında kendimi About Us kısmına diğerleri hakkkında birşeyler zırvalamak zorunda hissdeyorum ama, bu cihazlar, bu cihazlardan da öte onları kullananlar neden muazzam olmak zorundalar, bkz. pyro of tf2("oooo shineeeeey" edasıyla dikkati dağılan yazar). Olası "Lan yazsana bize bişeyler ibine" naralarını savuşturduktan sonra geçelim mevzuya. Efenim yazımın konusu olan muazzamlık da şurada ikamet etmekte. 2005 yılında üşengeç, tembel, pis herif Kimmo Lemetti taraından yazılmaya, çizilmeye, ağzımıza sıçmaya başlanan bir webcomic kendisi. Kimmo şerefsizin tekidir, çünkü görev bilinci yoktur, yeri gelir senede 1 strip çıkarmak süretiyle efenim ben diyim zilyonla, siz diyin zilyonla fanı, mahrum eder, steakhouse burgere tabii tutulmuş byb'a çevirir. 2008'de, uzun süren bir sessizliğin ardından tamamen yok olmuş, ki halen öyle olmasaydı başlık "No More Blastwave, Rest in Flames" olacaktı, sonra yeniden hortlamıştır. Bloğa yazmasaydım da zaten yeniden bulamazdım büyük ihtimal.

Post-apokaliptik bir gelecekte, mesela Apocalyptica'nın Knebworth konserinden sonraki gece, savaşan üç ordudan (aslında 4, ama biri olduğu gibi pert) kırmızı ordunun iki elemanının maceralarını(gerzekliklerini) anlatır. Bence karamizahın, webcomic olarak sunulabilecek en güzel örneklerinden biridir. Çizimler gitgide güzelleşirken, espriler için zevk renk meselesi diyebilim ancak. 6 dile daha çevirdi fanlar bunu, türkçesi için ben de uğraşmayı içimden geçirmiş olsam da bir zamanlar, piç etmekten pek bir çekindiğim için elleşmedim, gün gelir ellerim.

Karakterlerimiz sarkastik işinin ehli sniper ve ben olabilecek kadar bana benzeyen demolition(fire) expert ki, o flamethrower(kullanıldığını pek göremesek de) ve false logic ancak bana o kadar yakışır. Birbirine deli gibi tutkun bu iki çılgın(behlül&bihter), nedeni ve sonucu olmayan bir savaşta bulundukları şehirden çıkış yolu ararken bir çok şeyi istemeden sorgularlar. Ha biz de sorguladık da adam mı olduk derseniz, none of my business der kaçarım. Bir de 1 nisan geyikleri vardır ki, bence kendi içinde en az blizz'in kadar başarılıdır. Arada verilen ekstralar da cabası, ki bunların arasında bir adet platform oyunu da vardı.

Şu ana kadar 43, evet sadece 43, strip'i çıkmış Gone with the Blastwave'i takip edeceklere uyarı, bir WH40K hayranı olduğu aşikar olan kimmo(düşüncesiz hergele) ayda bir yeni strip çıkarabileceğini, ama kesin olmadığını, kafasında dokuz strip'in kesinleştiğini beyan etmiş
bloğunda. Yine de sırf o canım gaz maskeleri uğruna okunası...Yeah I lowe gas masks.

Ne olursa olsun, Kimmo kafana kürenk düşsün he mi! En güzeli olmasa da, güzellerden bir seni seçtim pikaçuuuuuuu diye çığırabileceğimiz bir webcomic yapıp da ramazandan ramazana güncellenir mi terbiyesiz?!?

FLAŞFLAŞFLAŞ! Byb: "Yazsam aklınız durur."

Facebook'ta 40 yılda bir ilgimi kurcalayan bir link çıkar. Bu üç vatandaşın yazdığı gibi yazıyormuşum (ingilizce tabii, Türkçe text'i tanımlayamıyor site) kendilerine göre;


I write like
H. P. Lovecraft
I Write Like by Mémoires, Mac journal software. Analyze your writing!
His prose is somewhat antiquarian. Often he employed archaic vocabulary or spelling which had already by his time been replaced by contemporary coinages


I write like
Charles Dickens
I Write Like by Mémoires, Mac journal software. Analyze your writing!
His writing style is florid and poetic, with a strong comic touch.


I write like
Ursula K. Le Guin
I Write Like by Mémoires, Mac journal software. Analyze your writing!
...Much of Le Guin's science fiction places a strong emphasis on the social sciences, including sociology and anthropology...
Bunun Türkçe versiyonu olsa enteresan olurdu. Gerçi "götüm gibi yazıyosun siggigit" deme ihtimali yüksek bana. İngilazca yazılarım kurcaliim biraz bakalım neler sıkmışım vaktinde. Dağılın.

Sunday, July 25, 2010

ARM101 Arman'a Giriş

Arman'ı sevebilmeniz için Arman'ın sizi sevmesi gerekir. Lakin Arman kapalı bir kitap (içindekileri belli etmediğinden), kilitli bir kutu (saklayacak bir şeyi olduğundan değil, mahremiyetinin değerini bildiğinden), sürgülü bir kapı (saklandığından değil, rahatsız edilmek istemediğinden), kör bir düğüm (çözmeye çalışır, mal olursun)... Uyandığı andaki dillere destan güzellikten bahsetmeye benim kelimelerim kifayesiz kalacak olsa ki hiç muhabbete girmeden niye, niye, niye, bu kadar gizemli bir şahıs olduğunu anlatayım size. Arman death/black/doom metal gruplarının hayalini bile edemeyeceği bir nemrutluğa sahiptir, BLACKER THAN THE BLACKEST BLACK, TIMES INFINITY! Arman'ın siniri, nefreti, intikam ateşiyle kavruk kavruk magmalaşmış kanı termometreyi o kadar zorlamıştır ki zaman-uzay düzleminin sınırlarını kırıp en dipten tekrar ortaya çıkmıştır. O kadar sıcaktır ki artık dondurur. Öyle bildiğin skindirik cip-cop cool da değildir, “Behold, the Iceman cometh.”. Soğuk bakışlarını hissederseniz tartılıp, değerlendirilip, ciğeri beş para etmez olarak sınıflandırıldığınızı ve onun huzurunda bu kadar sefil bir varlık olma cürretinde bulunduğunuz için sizden umursayamayacağınız bir şekilde nefret ettiğini bilirsiniz.
Peki bu adamın niye nasıl neden arkadaşları var? "WTF birader, anladık gönül ota da konuyor boka da ama mayına konduğunu ilk defa görüyoruz." diyorsanız Arman'ı ya 1) Benim gibi tanımaya çalışacaksınız (hiç tavsiye etmem, beni niye hala öldürmedi bilmiyorum.), ya da 2) Oturup bir tur muhabbet edeceksiniz. Muhabbet sonunda zaten kendini belli eder size karşı nasıl davranacağı konusunda. Bunu yaparken nadiren görgüsüzlük, terbiyesizlik ya da açık bir şekilde hakaret eder ama (sosyal açıdan özürlü olup ama farkında olmadığınız durumlar dışında) muhattap olmak istemediğini hissedersiniz. On the öte hand, bir içim sudur, takım oyuncusudur, entegre olabilirseniz, tabir-i gavur ile in the zone iseniz sinerji fışkırır bu adamdan, coşturur, güldürür, düşündürür, ilham verir. Sabahın köründe 3 kelimelik cümleye, biyolojik kaynaklı atmosferik değişikliklere, herhangi bir mevzuya karın ağrısından kıvranana kadar gıdaklayabilme tehlikesiyle karşılaşabilirsiniz.
Srsly though, Arman iz serious biznizz. Derdini tasasını kolay kolay anlatmaz, sizinkileri cayır cayır dinler, destek olabiliyorsa olur, olamıyorsa o da somurtur. İlk fedakarlığı hep kendisi yapmaya çalışır, karşılık beklemez, sizin derdinizi sizden çok dert eder, baldızınızı baldan tatlı bili... errr, nvm (baldız kısmını Cantürk'e yazıcaktım, düzeltiriz bilaré).
"So that's it!" ibaresine eşantiyon olarak "Söyle yalanını, skim inananı" veriyoruz Arman mevzu-bahis olduğu zaman. ARM-101 dersimize bu küçük girişimizi Blizzard oyun felsefesi gibidir kendisi diyerek burada sonlandırıyoruz, easy to learn - hard to master.

Saturday, July 24, 2010

CHan the Mad Scientist

Eskiden beraber kaldığı dangalak ev arkadaşı sebebiyle çok geç tanışabildim Cantürk'le. Şimdi her ne kadar kardeşim gibi olsa da geç tanışmış olmamız beni hala üzüyo. Geleneksel bi adam Cantürk, aile babası gibi. Sorumluluk sahibi, düzenli, titiz, kendine yetebilen, korumacı, kuralcı ve muhtemelen mühendislik okumuş olduğu için biraz da kafadan çatlak. Mesela yemek yapabiliyo olması harika bi özellik ama bi gün yeni bi şeyler denerken mutfakla beraber evin bir kaç odasını daha havaya uçurabileceğinden korkuyorum, ki kendini zehirlediği olmuştur. Eğer matematikle, fizikle kimyayla bir alakanız yoksa siz de Deli Cevat'ın, well, deli olduğunu düşünüyo olmalısınız ama bi gün Cantürk "Hububat fiyatları!" diye bağırıp elini kolunu sallayarak üzerinize koşmaya başlarsa bilin ki konu bi süre sonra Akım Kapasitörü'nün çalışma prensiplerine bağlanabilir.. yada az sonra kişide bağımlılık yapan o unique kahkahasını duyacak olabilirsiniz, depends. Srsly, bu adam gülüşüyle ölüyü diriltebilir. Bu bağlamda Cantürk bi necromancer olabilir.. ama olmayabilir de. Pek çok normal insanın aksine evinde kedi-köpek değil, dinî inançları hakkında atıp tuttuğu bi su kaplumbağası besliyo olması Cantürk hakkındaki yargılarımı destekleyen bi başka nokta. O kaplumbağa bi gün kafasını sudan çıkarıp baygın gözlerle ve türkçe "acıktım lan" derse hiç şaşırmam, aksine ninja kaplumbağalar gerçekten yaşadıysa Cantürk'ün Splinter, o tosbaanın da aslında Rafael olma ihtimali çok yüksek. Ne yada kim olursa olsun korkacak bi şey olmadığı konusunda sizi temin ederim, Cantürk'le kesinlikle güvendesiniz ve hatta dünya üzerinde güveninizi istismar edebilecek son ninja odur, Rafael de onun peti ve companion'ıdır. Kimi zamanlar kendisinin emo olduğunu söylese de aslında değildir, alkolü fazla kaçırmış ve dehidrasyona uğramış olabilir. Duygusaldır ve duygularını saklamayı beceremez, atıfta bulunduğu emo'luk bundandır. 10 numara adamdır Cantürk (onluk sistemde). Indeed.

Byb the Observer

Ex-homie. Baybulat basit kelimelerle anlatılamayacak kadar orjinal bi adam yet i'll give it a shot. Her şeyden önce şunu söylemem lazım, baybulat da bi dünyalı, srsly. Kışın dışarda lapa lapa kar yağarken şort giymesi, çay içmemesi yada pantolon giymemesi (?) falan bunlar birer bahane değil, olamaz. Yanlış hatırlamıyosam 2004'ten beri tanıyorum ve o zamandan bu yana adamı bir kere bile üzgün görmedim. Elbette üzgün olduğu zamanlar olmuştur fakat göstermez, kendine saklamayı tercih eder. Onun için 2 tane mod vardır; ya pozitif ya nötr. Sinirlendiği anlar nadir de olsa vardır fakat etrafına dehşet saçmaz, söver sayar. Tehlikeli değildir. Çok fazla konuşmaz ama konuştuğunda çoğunlukla söyledikleri ya doğrudur, ya eğlencelidir, ya ilginçtir ya da sizin tepkinizi görmek / ölçmek için söylenmiştir. Boş (da) konuşur demiyorum, he just observes. Bazı insanlar onun demagoji yaptığını düşünebilir, aslında sadece bakış açısı farklıdır, sonuçta o bir sosyologtur.. Yardım etmeyi sever ama carebear da değildir. Sizi çatlatacak kadar güldüren yada kıpkırmızı edecek kadar öfkelendirebilecek espriler yapabilir. İkinci durumda sadece kendi gülse bile aslında İçinde kötülük yoktur. En fazla, ne kadar sinirlenebileceğinizi yada sinirlendiğinizde nasıl olduğunuzu görmek istemiştir. Ama iyi ama kötü, Baybulat lafını sakınmaz. Bazen ne demek istediğini kısa ve net bi şekilde, bazen de bi karış paragrafla anlatır. Bazen anlamayabilirsiniz yada anlamak için 3 dakika düşünmeniz gerekebilir ve hayır, kafa karıştırmak yada sofistike gözükmek için değil sadece düşüncelerini Türkçe anlatmakta zorlanmış olduğundandır, zaten sofistikedir. Keza ingilizcesi türkçesinden daha iyidir. Gelişmiş bir egosu vardır ve pek çok konuda olduğu gibi bu konuda da samimidir, egosunu ifşa etmekten çekinmez. O ego duvarının altından, üstünden, içinden, kıyısından köşesinden geçmeye çalışmak sadece zaman kaybı olacaktır. You just take it or leave it. In either way, it wont hurt. Güvenilirdir, ihtiyacınız olduğunda orda olacak sayılı adamdan biridir Byb. Her türlü silaha, japonlarla ilgili her şeye ve içinde nigger olan her türlü geyiğe zaafı vardır. Baybulat her özelliğiyle, yanınızda olduğu zaman mutlu olduğunuz, yanınızda olmadığı zaman "keşke şimdi Byb olsaydı" diyeceğiniz bi adamdır. Evet.

Thursday, July 22, 2010

They're coming out of the walls!

Valve biz sayın oyunculara "Aha alın oynayın la" diyerek Alien Swarm isimli bir oyun bahşetmiş bulunmakta yeni yeni dürtüklüyorum kendisini. Gayet eğlenceli olma potansiyeli vaad ediyor, squad tabanlı tepeden görünümlü shooter. Ordan burdan yaratıklar geliyor biz de farklı görevleri yerine getirmeye çalışıyoruz, ölüyoruz, eğleniyoruz. http://www.alienswarm.com/ gidiniz bakınız, beğeniniz, steam kurup indirip oynamaya başlayınız, beni haberdar ediniz, birlikte ölelim, sevişmeden uyumayalım. Heaa bi de önemli bi detay, oyun beleş OMGOMGOMGOMGOMG!!111!!ONEONEONE!

Oyunla ilgili logo, ss falan ararken bunun çıkması ilgimi çekti, belki sizin de ilginizi oyuna çeker. Sapıklar.

Potpori

Eskişehir fethimin ardından hızlı bir 24 saat geçirerek (Tren, otobüs, dolmuş, vapur, taksi. Alayına bindim 24 saatte bi daha bin deseler binmem) evimde sabitlenmiş olmanın verdiği mayhoşluk eşliğinde zaman öldürme tekniklerim hakkında sizi bilgilendireyim.

Başlıca basit gebeş manevraları, abuk subuk malzemeli doğaçlama yemekler vs. geliyor. Saatlerce download edecek şeyler ara, bul, indir, izlememek/dinlememek bunların hemen ardında yol katetmekte. Aynı anda 5 ayrı kitaba kanalize olma teşebbüsleri "Şunu mu okusam, bunu mu okusam, biraz da şuna bakayım..." hareketleriyle sonuçlanırken 40 tane farklı oyunu oynamaya çalışmak ayrı bir deneyim. Tabi sırf yazı okumak sizi cezbetmeyecek o yüzden araya TL;DR mahiyetinde alakadar olduğum 3-5 şeyi temsili resimler serpiştiriceğimi bekliyorsunuz ama sk...eeööö umurumda değil, çabuk tüketilir medya kaynağı değilim ben, okuyun sk...eeüüü okuyabildiğiniz kadar.

Kısaca bir turlayalım yine de;

Unseen Academicals - Terry Pratchett: İyi hoş kitap ama Terry dayı artık bunadığını iyiden iyiye belli etmeye başlamış. Kendisi alzheimer'la, almış gitmiş dementia'yla güreşmekte hatta kitabı kendisi artık klavye kullanamadığı için dikte ederek yazmış, va garibim. Çok severim kendisini jilet gibi zekası ve espri anlayışı vardır, okumadıysanız henüs bu adamın kitapları bokunuzda boğulun.

Olympos - Dan Simmons: Serideki 2. kitap, gayet enteresan. Mars'da yunan tanrıları at koşturuyor, dünya alabildiğine distopik bir ütopya haline gelmiş (ilk kitabı okursanız kavram çatışması olmadığını anlarsınız, öyle artık yapacak bişey yok), nano-teknoloji, yunan mitolojisi, mesihler, deicide (tanrı-katliamı, /cheer) ne ararsan.

Chronicles of The Black Company - Glenn Cook: Hard-Gore Fantazi madırfakırz, başındayım ama kan gövdeyi alacak yakında gibi görünüyor, artık nereye götürür bilmiyorum.

Mechanicum - Graham McNeill: Horus Heresy serisinde Adeptus Mechanicus'u anlatan bir roman, Dan Abnett'ın yazdığı WH40k kitaplarını beklerken araya sıkıştırdım. Emperor Protects.

Luminous - Greg Egan: Gariban kitap, diğer dördüyle henüz rekabete giremedi. her bakacak olduğum zaman diğerlerine kayıyo dikkatim.

Century Raid - Alastair Reynolds: Paralel olmayan evren falan fişmekan enteresan bilim kurgu kitabı. Vaktinde tam sonuna gelip te kaybettiğim kitap. Bulduktan sonra nerde kaldığımı unutmuş olmam bitmesini bayaa bir sekteye uğratmakta, owell.

Oyunlar;

Mass Effect: Konulu shooter, ana hikayeyi ilerleten görevleri kovalamaz side-quest yapim her bi boku görim diyenleri çileden çıkarır kısa sürede. Gezegene in, 3 tane yeri incele, 3.sünde binaya gir onu bunu kes, yürü sgtrgit sonra. Vaktinde niye bu kadar yaygara kopardıklarını bilmiyorum. İnsanlar sanki daha önce space-opera (konusu bayaaa kapsamlı, "bütün evrenin hanuna koyacak bu olaylar" diye iddiası olan hikayeler falan fişmekan) tarzında kitap-film-oyun görmemiş gibi davranıyorlar, Star Wars var (ne kadar saçma skin ghey bişey olsa da [Republic Commando dışında, proleter emektar klon kommandolara saygım sonsuz. Sgtirsin gitsin ibune Cedaylar, emo Sikh'ler] var işte), Space Oddysey var, Rama var, hatta Arthur C. Clarke'ın yazdığı aşağı yukarı her roman var, var oğlu var aq... niye bu gaz galeyan? Heaaa tabi bu oyunda inter-species/homoseksüel cinsel münakaşalara girme imkanınız mevcut, o yeni bişey mi? hayır ama var işte. Ben şahsen hatun soldier'ımla androjen bir uzaylıyla homoseksüel olup olmadığını karar veremediğim bir ilişkiye girme teşebbüslerinde bulunuyorum ama paso başı ağrıyor ET'nin, kader kısmet.

Zombie Driver: Araba var, zombi var. Araba zombileri eziyor, zombiler ölüyor (ölü değil miydi lan bunlar?) Basit oyun ama eğlendiriyor, arada sıkışıp kalmasa bayaa bi zaman öldürme potansiyeli var ama bu aralar bi kamyon oyun var elimin altında hepsinin canını okuma yükümlülüğüm olduğu içundur ki hafif rafta kendisi, also kader kısmet.

uyleyken buyle, daha bissürü bişeyler daha mevcut efenim, hatta şu anda yazmaktan baymış bulunmakta olduğum için gidip başka bişeyler kurcalayacağım. Baktınız ki herşeyden baydım yine gelir buraya zırvalarım.

Thursday, July 15, 2010

Evde ve halka açık yerlerde denemeyin!

Halbuki gaza gelmiş, çıkış saatine yakın bir zamanda, iş arasına binbir ninjalık sıkıştırıp yazdığım debut girdimin devamı "Never Safe Reloaded"ı yazıp, neden güvende olmadığınızı açıklayacaktım(/b ve byb düetinden alien bile korktu, predator ise sıkılıp hoşkin oynamaya gideceğini beyan etti). Beyaz şarabımı aldım, konsepte uygun olan soslu makarnamı yaptım(Souce Strikes Back, bunu klişeyi kullanmasam ölürdüm). Zıkkımlandıktan sonra nargilemi hazırladım ve yaratıcılığım(?!?) miskin uykusundan uyanana kadar bir bölüm fringe izleyeyim dedim. İşte macera burda başlıyor ve çok çılgınlıktan hazzetmeyen bir midede 10 günlük sos, 2 kadeh şarap ve nargile dumanı(marpuçla endoskopi yapabiliyorum) Dance Dance Revolution oynamaya kalkınca, işler eğlenceli bir hal alıyor ve hayatım olmasa da(have mercy), o anım gözümün önünden kötü hazırlanmış bir PowerPoint sunumu (Directed by Uwe Boll, srsly have mercy) edasında geçiverdi. "Let there be light marlboro bi de soft winston" desemde sallayan olmadı. Ben en iyisi ortalığı batırmadan lavaboya gideyim derken Badadam!...çocuk bezi reklamındaki fırlamalar gibi loblarımın üzerine 3. sınıf uçak filmlerindeki gibi muazzam bir iniş yaptım. Orada yunusların neden sadece balıklar için teşekkür ettiklerini bir süre irdeledikten sonra, kendimi, ayağa kalkma çabalırımın sonunda mutfak lavabosunu bir grossmarket reyonuna çevirirken buldum, like this.

/*Disgust Alert
İnsan böyle anlarda bile sindirilmiş, yarı sindirilmiş ve hiç sindirilme şansı olmadan yeniden oksijene kavuşacak olan besinlerin ahengini takdir etmekten geri kalamıyor. Tabi kulaklarından ateş çıkar ve çeşit çeşit enzimle kokteyl edilmiş şarabın kokusu yeniden yüzüne vururken izafiyet teorisine pek kafa yoramıyor. Neyseki bir kaşık yardımıyla size ait olanları çöpe boşaltmak sandığınızdan çok daha eğlenceli çıkıyor.
Evet iğrencim, kim diyor; Me, Myself ve İrem.
Me Kemal Sunal
Myself Kemal Sunal
İrem İrem
Disgust Alert*/

Serin suyun altına girmenin ve tüm alkolün exorcisminin verdiği dayanılmaz hafiflik sizi bir de emosallıkla yıkıyor, "lan ya bilincimi kaybedim kendi kusmuğumda boğulsaydım" diye. Unutmadan emosallık şöyle bişi:



Tüm bunların sonucunda kendinizi bu saçma olayı blogda paylaşırken buluyorsunuz. Neden? Çünkü genç nesillere ve taze zihinlere aktarmak istediğiniz birşeyler var. Şunlardır ki;

1. Evde yalnız başınayken şarap ve bozulmuş sostan mambo jambo yapmaya kalkma, gerçekten mambo jambo oluyor ve kendi kusmuğunda boğulmaya karşı ilginç bir arzu doğuruyor.
2. Kendi kusmuğunda boğulmak(kkb), kesinlikle kualanın size blowjob yapmasndan çok daha eğlencelidir.
3. Blog yazmadan önce gıda zehirlenmesinden tamamen kurtulduğunuzdan ve ayıldığınızdan %102 emin olun(bir dilim asla yetmez).
4. Oh god, blowjobber kuala!!!

You are never safe again

"Goooooodmoooooorning vietnam" demek isterdim ama bizim blog için bu, çok daha uygun bir açılış olacak. Hayır filmi izlemedim, ve evet ben, bloğun yapmayıp etmediği halde tırtıklayan, kullanan ve corrupt edeniyim, yeah hallelujah babe!(ayrıca for instance information, please click on byb, he will squirt pink poisonous liquid or quote from "Apocalypse Now"). Tahmin edebileceğiniz üzere ya da çok daha büyük bir ihtimalle hayal gücünüzün ötesinde bir tehlikeyle karşı karşıyasınız, like this;


Efenim, diyeceğim hayattan kaçışınıza dair(kısaca eğlence sektörü diyelim) tüm temelleriniz, esaslarınız, base'leriniz (tamam hepsi değil, kişisel hijyene saygımız var) bizim için taşş..ehm...yazım konusu oluşturmukta. Bu anlamda sizin bütün base'lerinizi doldurmaya çalışacağız, en azından eğlenceye yönelik olanları...yeah we will come a lot(Camelot burdan geliyor zaten, Fornicating Under Consent of King,ilkin Camelot'un kazalarından birinde uygulanmaya başlanmış), like this;



Yazmanın çoşkusuyla kontrolden çıkmanın karşı konulmaz hazzına nail olduğum için çok mutluyum. İleride çok daha mantıklı şeyler okumanız temennisiyle ve no more gay jokes vaadiyle size şirinbaba'dan son bir söz ile veda ediyorum:

"Siz bu satırları okurken, 3.62 adet office bitch patronlarının yağlı kırbaçları altında ve karanlık köşelerde hayatlarını kaybettiler. Bir tanesi de ninja blogging yaptı. Onu yolda görürseniz tanıyacaksınız. Ona şefkat gösterin, önüne kavurga ve patlamış mısır atın ve karnı doyduktan sonra ananıski...ananıski diye kaçışını sükunetle izleyin."

Please Loading.

İlham kaba etten gelir, ergonomik olmayan sandalye yaratıcılığı engeller.


Velhassıl şu anda rahatsız bir sandalyede otururken muhterem tri-partite blog'umuza giriş yazımı yazma şerefine nail olmaktayım, bir yığın nail'in üzerinde oturuyor olaydım da anlatacak ekşınlı bi'şeylerim olaydı demek geliyor içimden ama boş boş zırvalamamın manası yok.

Blog olayını amaç dışı kullanmayı bırakıp (online not defteri) insan haklarıyla bana tanınan 15 dk'lık şöhrete kavuşmamı kolaylaştıracak işbu blog'da yazmaya başlamış olmak (ya da en azından "melaba ben falan fişmekan, size bugün ne yiyip te hazımsızlık geçirmemden mütevellit hangi tatlı sodayı seçtiğimi anlatıciim" yerine lafı gevelemeye başlayabilmiş olmak) dadından yinemeyen bir haz teşkil etmekte benim için, so: Joy to the world, the Lord is come; Let earth receive her King! (Tevazu prensipimdir? prensibimdir? şeyimdir işte anlayın)

Yakında sizinle daha uzun soluklu yazılarla (belki daha mânalı yazılar? fat chance...) birlikte olmak, daha rahat koltuklarda entellektüel brainstorming neyn edebiliciğimiz akşamlar için comment/yorum/bokatıyorum kısmına SKTRGT yazın bir boşluk bırakıp aklınıza geleni sayın, siz sayın okuyucular.

gtfo

Wednesday, July 14, 2010

Machinarium

Akvaryum gibi -Arman

Tesadüfen bulduğum bi oyundu Machinarium. Aylarca harddisk'in bi köşesinde exe olarak yatmış ve muhtemelen benim yeni bi şeyler denemek isteyecek kadar alışkanlıklarımdan sıkılmamı beklemişti. Bi kaç gün önce kurup oynadım ve kesinlikle pişman olmadım, yine yaparım.

Machinarium, 3 yıl gibi bi periodda 9 Çek developer tarafından kendi bütçeleriyle Xbox için yapılmak istenip çeşitli sebeplerle PC'ye çıkarılmış Flash tabanlı bi point & click. 2009 Bağımsız Oyunlar Festivalinde birincilik almış, aynı yıl Oyungezer tarafından yılın adventure oyunu, Kotaku tarafından Torchlight ile beraber yılın oyunu seçilmiş, CV'si oldukça başarılı.

Oyunun konusunu anlatıp spoiler'a boğmak istemiyorum, soldaki box cover bence yeteri kadar aydınlatıcı. Oyunun grafikleri gerçekten inanılmaz güzel (çünkü cartoonish). Hakikaten Machinarium oynamak akvaryum izlemek gibi bir etkiye sahip, dinlendiren, sakinleştiren ve bazen gülümseten bi manzarası var. "Fishy fishy fishy" diyip monitör camını tıklatan insancıkları görebiliyorum. Puzzle'ları klavyeyi ısırtacak kadar zor değil, kıvamında, düşündüren, eğlendiren ve mizah öğeleri barındıran bulmacalar. Dinlemek zorunda olduğunuz uzun diyaloglar, altyazılar yok, bitmek bilmeyen cut-scene'ler yok. Oyundaki ses & müzik minimalist ve bence çok da güzel. Tek bi spoiler vermek istiyorum, oyunda 3 müzisyen robottan oluşan sokak grubunun çaldıkları şarkıya hasta oldum. Aynı şekilde barda çalan şarkı da çok güzel. Robotların mimikleri ve çıkardıkları sesler insanı gülümsetiyor. "Gülümsemeyen insan değildir" demiyorum ama guys, srsly.

Oyunun tam sürümüne çeşitli sitelerden kolaylıkla ulaşabiliyorsunuz ve yanlış hatırlamıyosam 150 mb civarında bi boyutu var, çerez gibi. Bi deneyin, içecek bi şeyler alıp geliyorum.

Sunday, July 11, 2010

Do eeet!

Blog ismi bulmak ne zor, ne karın ağrısı işmiş ffs. 3 gündür isim bulmaya çalışıyoruz, en son bunu tutturabildik. Oysa "kısa, akılda kalıcı ve geyik bi isim" olucaktı. İsim reserve edip kullanılmayan blog'ları da işbu burdan protesto ediyorum, alayına chain lightning. Bu sancılı progress'te deneyip de alamadığımız blog isimleri aşağıdaki gibidir:

blogjob.blogspot.com
blogandplay.blogspot.com
happythreefriends.blogspot.com
ve an itibariyle hatırlayamadığım (yada hatırlamak istemediğim) bilimum (sub)domain.

Kimler var? Byb, Cantürk ve ben varım. Napıcaz? Biz de bilmiyoruz, bulaştık bi işe ama hadi bakalım. Nası yani? Baya. Ağırlıklı olarak entertainment üzerine (sinema, oyun, müzik, kitaplar, geek vs.) yazılar olucak, sanırım. Bi kaç geyik planımız var ama şimdilik neler olduklarını yada ne zaman olacaklarını söylemek istemiyorum, bunu da Blizzard'dan öğrendim. Olay ne? Önce kendimizi eğlendirmek, kalanları sonra düşünücez.


Hayırlı uğurlu olsun. Değil mi Sebastian? Evet.